Lisa Genova’nın 2007 yılında tamamladığı aynı adlı romanından uyarlama
‘Still Alice’, Julianne Moore’un bu yılın en iyi kadın performanslarından biri
hatta en iyisi diyebilirim.
Kolombiya Üniversitesinde dilbilimci olarak çalışan başarılı, evli ve 3
çocuk annesi Alice, hayatının zirve noktasında bir anda duraklama dönemine
geçer zira kendisinde fark ettiği yavaşlama, unutkanlık ve dikkat eksikliği onu
gün be gün derinlemesine sarsacak bir hastalığın pençesine düşürecektir.
İlk etapta üniversitede yaptığı bir sunumda bir kelimeyi unutması ve onu
bir türlü hatırlayamamasıyla başlayan kabus, diğer bir gün çıktığı sabah
koşusunda bir anda kaybolmasıyla yaşadığı ruhsal çöküntüyle daha da etkinleşir.
Ailesiyle iç içe ve her şeyi paylaşan Alice, bu durumdan ilk olarak kocasını
haberdar eder. Psikolojik tedavi görmeye başlayan Alice, durumunun ciddiyetini
yaptırdığı tahlil sonuçlarından daha da net anlar ve ayrıca bu durumun genetik
olabileceğini de öğrenir. Akabinde çocuklarıyla da hastalığını paylaşarak,
onlarında konsültasyondan geçmelerini ister. Bu sayede Alice’in hem kişisel
hayatına hem de aile hayatına bir anda dahil oluruz. Alice’in parlak bir meslek
hayatı olmasına rağmen ailevi anlamda pek de başarılı olamayan bir anne
olduğunu ve bu ciddi hastalığın ilerlemesiyle aile içinde oluşan çatlakları ve
onlarında bu süreç içinde tedavi olduklarına tanık oluruz. Artık Alice, gitgide
her şeyi unutmaya başlarken geride kalan hatıralarını tekrar anımsamak için
bir yerlere yazıp kaydetmeye başlar. Arasının pek de iyi olmadığı küçük kızıyla
bu hastalık sayesinde daha da yakınlaşacaktır ancak ne şanssızlıktır ki Alice
bu yakınlaşmayı gerçek anlamda hiç algılayamayacak ancak kırık parçaların
içindeki yansımalarıyla hissedecektir. Filmin sonunda kıznın ona anlattığı
hikayede sevgi temasını bulması da hala bir yerlerde sakladığı o duyguyu
bilinçli ya da değil dışa vurur.
Oldukça güçlü bir senaryoya sahip olan ‘Still Alice’ özellikle Moore’un
akıcı ve etkili performansıyla zirveye çıkıyor. Üstelik uzun zamandır vasat
yapıtlarda izleyebildiğimiz Alec Baldwin’i Alice’in vefakar kocası rolünde
gayet iyi bir performans sergilediğini görmek de iyi bir ekstra. Kristen
Stewart’ın haylaz kızı oynadığı rol ise her ne kadar bazı çevreler tarafından
silik bulunsa da Stewart filmin rengine uygun soluklu bir anne kız ilişkisini
yansıtırken, yar yoldan geri dönen ve yeniden annesini isteyen kıza gayet iyi
bir ruh vermiş.
Önümüzdeki Oscar yarışında Julianne Moore’un en iyi kadın oyuncu ödülünü
şimdiden alacağı kulislerde dolaşa dursun, bu yılın geç gelen sürpriz
filmlerinden birinde Moore’u yine çok iyi bir performansla izlemek sanırım
sinefiller için biçilmiş kaftan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder