Yaz günü. Harika bir göl kıyısı ve arkasında beliren orman manzarası. Geri
planda park etmiş arabalar. Sahilde güneşin ve dinginliğin tadını çıkaran bir
grup erkek. Şimdi buraya kadar gayet
normal. Devamında bu güzel manzaranın alt metnini verir yönetmen bize. Sahilde
takılanların eşcinsel kimliklerini gösterir önce. Sonra çırılçıplak vücutlarla
sere serpe yayıldıkları göl plajı. Kamera yavaş yavaş gölden geriye, ormanın
içine doğru geldikçe ağaçların arasında sevişen erkekler, onların arasından her
şey normalmiş gibi gelip geçen başka erkekler ve sevişenlere bakarak
mastürbasyon yapan başka erkekler kadraja girer. Ana kahramanla tanışırız. Zira
o da bizi kendi beğendiği ve içlerinde en iyi ve gösterişli olan başka bir
erkekle tanıştırır. Mekân tektir. Her şey o göl etrafında olup biter. Sanat
çalışması, oyuncu koçu, kuaför, ekip algısı diye bir şey yoktur. Zira yönetmen
filmi kendisi ile birlikte oynayan oyuncular ve figüranlarla çekmiştir.
Yönetmen Alain Guiraudie’nın 6.yapıtı olan ‘Stranger By The Lake’ aslında
onun bir anlamda adını uluslararası anlamda duyuran en önemli ve en kişisel
yapıtıdır diyebiliriz. 2013’te Cannes başta olmak üzere pek çok festivalde
gösterilmiş ve özellikle yönetmenin neredeyse tam bağımsız bir formatta çektiği
tek film olma özelliği ile övgü toplamıştır. Filmin ilginç notlarından bir
tanesi de aşık olunan aktörün (Christophe Paou)Tom Selleck’e benzemesi,
1980’lerin meşhur dizilerinden ‘Magnum’un dönemin jönlerinden olan Hawai’li
polis müfettişi Selleck’e de değinilmeden geçilmemiş.
Göl etrafında o muazzam manzaraya nazır erkeklerin oluşturduğu bir nevi
şahsına münhasır cennet algısı ve bu algıyı bir nebze bozması için ortaya
salıverilmiş şeytani bir varlık .İnsanın, o uçsuz bucaksız güzelliğini, o
tanrısal doğayı çirkinleştiren ve suni deformasyonunu yansıtan o insan
.Berraklığını ve suç ortaklığını beraber taşıyan göl, hem cennetindeki
insanlara ev sahipliği yapıyor hem de onların ölümüne misafir kalıyor.İşte
ironik derinsellik de burada. Doğa ve insanın denge kuramı.
Katil oldukça yakışıklı ve sportmen bir yapıya sahip cennette avını arayan bir kurt gibi.Bir anda
gölün içinden heybetiyle kumsala doğru çıkar ve nesnel çarpışmaya neden olur.
Aurasına kapılan zavallı insanlar onun ekseni etrafında dönmeye hatta bazen
kendini kaptırmaya başlarlar. Müteakiben gelen seks algısı, derinlerden çıkar
ve vücuda dağılır ta ki aşk algısına dönüşünceye dek.
Ancak asıl olgusal problem burada
seks. Filmde masaya yatırılan konu seksin hayattaki zorunluluğu, vicdani
değerleri alt üst edişi, bağlılığı sorgulaması ve yaşamla ölüm arasındaki
kıyasıya çizginin saf belirleyicisi olması. Bu bağlamda yönetmen oldukça saf
bir anlatım sergilemiş ve ilk etapta heteroseksüel bir ilişki kurgusunu
oturtamadığı için homoseksüel bir yaklaşım getirmeye çalışmış. Ola ki böyle bir
durum eşcinsel ilişkilerde karşılaşıldığında ne kadar etik ve yüzeysel
olabiliyor insan sorusuna cevap da aramaya çalışmış Guiraudie.
Bir de gölde tarafsız durumdaki yani ne eşcinsel ne de hetero olan başka
bir erkeğin varlığı daha vardır. Hatta bu erkeğin başta düşünceleriyle başrol
karakterini etkilemiş olması ancak görüntü olarak da itmiş olması, onun diğer
karanlık ama çekici erkeğe yönelmesinde oldukça etkili bir faktördür. Genelde
gününü bu şişman erkekle kayalıkların orada konuşarak vakit geçiren ve diğer
eli yüzü düzgün olanla da aşk yaşamayı tercih eden karakterimiz öyle bir ana
gelecektir ki bu olay onun birtakım şeyleri daha mantıklı düşünmesi için eksen
hazırlayacaktır. Akabinde gölün içinde bir cinayet yaşanır. O yapılı ve
yakışıklı diye atfettiğimiz kişi kendisiyle önceden takılan başka birini gölde
boğarak öldürür. Buna başrol karakteri şahit olur. O günden sonra içinde
başlayan güvensizlik ona karşı beslediği
aşkı silip süpürmeye başlar.Kafasında
hep 'beni ne zaman öldürür?' sorusu dolaşır.
Neyi gördüğümüz ve neyi görmek istediğimizle alakalı oldukça skolastik bir
penceresi olan yer yer hard core sahnelere kadar uzanarak gerçeklik ögelerini
tam anlamıyla alt üst eden yönetmen bizlere cennet adasında yaşanan bir anlık
cehennemi yansıtmış. Banttan mı yoksa reel mi yaşıyoruz hiç belli değil zira
zaman mekân kavramı üzerinde durulmamış bile. Buna gerek de duymamış aslında
yönetmen. Sadece çırılçıplak saf bedenin içine şeytanlığı sokuvermiş ve
laboratuvar faresi gibi sadece bakıp nereye gideceklerini ve ne yapacaklarını
gözlemlemiş. Karakterlerine zevkin doruklarını yaşatırken onlara cehennemim
ıstırabını da yaşatmış. Bu ters köşe deneyim kendisini adeta tanrısal bir boyuta
taşımış. Enteresan bir saflığa ve sığlığa sahip bu film bir anda sansasyonel
oluşumlara gebe oluverirken doğacak çocuğun hilkat garibesi mi yoksa nur topu gibi
bir çocuk mu olacağını önceden kestiremiyorsunuz.
Film, 2013 Cahiers du cinema dergisinin yılın en iyi Avrupa filmi seçtiğini
de hatırlatayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder