15 Şubat 2015 Pazar

L'INCONNU DU LAC (STRANGER BY THE LAKE)

Yaz günü. Harika bir göl kıyısı ve arkasında beliren orman manzarası. Geri planda park etmiş arabalar. Sahilde güneşin ve dinginliğin tadını çıkaran bir grup erkek.  Şimdi buraya kadar gayet normal. Devamında bu güzel manzaranın alt metnini verir yönetmen bize. Sahilde takılanların eşcinsel kimliklerini gösterir önce. Sonra çırılçıplak vücutlarla sere serpe yayıldıkları göl plajı. Kamera yavaş yavaş gölden geriye, ormanın içine doğru geldikçe ağaçların arasında sevişen erkekler, onların arasından her şey normalmiş gibi gelip geçen başka erkekler ve sevişenlere bakarak mastürbasyon yapan başka erkekler kadraja girer. Ana kahramanla tanışırız. Zira o da bizi kendi beğendiği ve içlerinde en iyi ve gösterişli olan başka bir erkekle tanıştırır. Mekân tektir. Her şey o göl etrafında olup biter. Sanat çalışması, oyuncu koçu, kuaför, ekip algısı diye bir şey yoktur. Zira yönetmen filmi kendisi ile birlikte oynayan oyuncular ve figüranlarla çekmiştir.

Yönetmen Alain Guiraudie’nın 6.yapıtı olan ‘Stranger By The Lake’ aslında onun bir anlamda adını uluslararası anlamda duyuran en önemli ve en kişisel yapıtıdır diyebiliriz. 2013’te Cannes başta olmak üzere pek çok festivalde gösterilmiş ve özellikle yönetmenin neredeyse tam bağımsız bir formatta çektiği tek film olma özelliği ile övgü toplamıştır. Filmin ilginç notlarından bir tanesi de aşık olunan aktörün (Christophe Paou)Tom Selleck’e benzemesi, 1980’lerin meşhur dizilerinden ‘Magnum’un dönemin jönlerinden olan Hawai’li polis müfettişi Selleck’e de değinilmeden geçilmemiş.

Göl etrafında o muazzam manzaraya nazır erkeklerin oluşturduğu bir nevi şahsına münhasır cennet algısı ve bu algıyı bir nebze bozması için ortaya salıverilmiş şeytani bir varlık .İnsanın, o uçsuz bucaksız güzelliğini, o tanrısal doğayı çirkinleştiren ve suni deformasyonunu yansıtan o insan .Berraklığını ve suç ortaklığını beraber taşıyan göl, hem cennetindeki insanlara ev sahipliği yapıyor hem de onların ölümüne misafir kalıyor.İşte ironik derinsellik de burada. Doğa ve insanın denge kuramı.

Katil oldukça yakışıklı ve sportmen bir yapıya sahip  cennette avını arayan bir kurt gibi.Bir anda gölün içinden heybetiyle kumsala doğru çıkar ve nesnel çarpışmaya neden olur. Aurasına kapılan zavallı insanlar onun ekseni etrafında dönmeye hatta bazen kendini kaptırmaya başlarlar. Müteakiben gelen seks algısı, derinlerden çıkar ve vücuda dağılır ta ki aşk algısına dönüşünceye dek.

Ancak asıl olgusal problem burada  seks. Filmde masaya yatırılan konu seksin hayattaki zorunluluğu, vicdani değerleri alt üst edişi, bağlılığı sorgulaması ve yaşamla ölüm arasındaki kıyasıya çizginin saf belirleyicisi olması. Bu bağlamda yönetmen oldukça saf bir anlatım sergilemiş ve ilk etapta heteroseksüel bir ilişki kurgusunu oturtamadığı için homoseksüel bir yaklaşım getirmeye çalışmış. Ola ki böyle bir durum eşcinsel ilişkilerde karşılaşıldığında ne kadar etik ve yüzeysel olabiliyor insan sorusuna cevap da aramaya çalışmış Guiraudie.


Bir de gölde tarafsız durumdaki yani ne eşcinsel ne de hetero olan başka bir erkeğin varlığı daha vardır. Hatta bu erkeğin başta düşünceleriyle başrol karakterini etkilemiş olması ancak görüntü olarak da itmiş olması, onun diğer karanlık ama çekici erkeğe yönelmesinde oldukça etkili bir faktördür. Genelde gününü bu şişman erkekle kayalıkların orada konuşarak vakit geçiren ve diğer eli yüzü düzgün olanla da aşk yaşamayı tercih eden karakterimiz öyle bir ana gelecektir ki bu olay onun birtakım şeyleri daha mantıklı düşünmesi için eksen hazırlayacaktır. Akabinde gölün içinde bir cinayet yaşanır. O yapılı ve yakışıklı diye atfettiğimiz kişi kendisiyle önceden takılan başka birini gölde boğarak öldürür. Buna başrol karakteri şahit olur. O günden sonra içinde başlayan güvensizlik  ona karşı beslediği aşkı silip süpürmeye başlar.Kafasında  hep 'beni ne zaman öldürür?' sorusu dolaşır.

Neyi gördüğümüz ve neyi görmek istediğimizle alakalı oldukça skolastik bir penceresi olan yer yer hard core sahnelere kadar uzanarak gerçeklik ögelerini tam anlamıyla alt üst eden  yönetmen bizlere cennet adasında yaşanan bir anlık cehennemi yansıtmış. Banttan mı yoksa reel mi yaşıyoruz hiç belli değil zira zaman mekân kavramı üzerinde durulmamış bile. Buna gerek de duymamış aslında yönetmen. Sadece çırılçıplak saf bedenin içine şeytanlığı sokuvermiş ve laboratuvar faresi gibi sadece bakıp nereye gideceklerini ve ne yapacaklarını gözlemlemiş. Karakterlerine zevkin doruklarını yaşatırken onlara cehennemim ıstırabını da yaşatmış. Bu ters köşe deneyim kendisini adeta tanrısal bir boyuta taşımış. Enteresan bir saflığa ve sığlığa sahip bu film bir anda sansasyonel oluşumlara gebe oluverirken doğacak çocuğun hilkat garibesi mi yoksa nur topu gibi bir çocuk mu olacağını önceden kestiremiyorsunuz.

Film, 2013 Cahiers du cinema dergisinin yılın en iyi Avrupa filmi seçtiğini de hatırlatayım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder