Soner Sert imzalı ‘Baba’, imgeleri kullanarak sosyal keşmekeşi sığ bir
dille minimal bir realizm olgusuyla anlatmış.
Film, pejmürde bir gecekonduda kalan toplumun silik kaldığı bir grup
insanın ve özellikle o grup içinde baskın bir etken olan babanın durumuna
eğilmiş.
Toplumdaki bildik baba kavramının altındaki o koruyucu, besleyici, kol
kanat gerici ve parayı kazanan temel birey, Sert’in sinemasında tam anlamıyla
şiirsel bir Rus sineması tepsisiyle sunuluyor. O gri toprak rengi örtüye sahip
film, çok güzel bir hikaye anlatmıyor belki ama alt metinlerinde yatan o içleri
burkan sessiz tiyatrosu, geleneksel motifleri, insanın doğasındaki hayvanın
betimsel ve mukavemet duygusu, hayvana ve doğaya olan saygısı resmen botanik
örgüsü gibi rengarenk anlatılmış ki filme hakim sönük renklerin türküsünü
rengarenk bir vodvile çevirmiş.
Realist minimallerde gördüğümüz o inşaat trafiği, çalışanların karınca gibi
oradan oraya hareketleri ve ana karakterin oturtulduğu zemin bu filmde de gayet
sağlam duruyor. Özellikle baba karakterinin inşaatta çalıştığı süreç, ardından
düşüp ayağını yaralaması, tekrar kalkıp yeni bir iş araması ve bulduğu işin
kabuğuyla çekirdeğinin farklı renkte olması gibi dış etkenlerdeki
değişikliklerin bireyin üzerinde bıraktığı tortu baş rolü oynayan oyuncu Kadim yaşar
tarafından oldukça gerçekçi anlatılmış.
Karakter olarak film boyunca devam eden bir çizgi var. Bu çizgi hep aynı
kalmamış zira kalmaması da gerekir çünkü karakterin çizgi dışına çıktığı ya da
atıldığı sekanslar olmalı ki karakter ters köşeye girdiğinde mücadele
edebilmeli. Soner Sert burada, baba karakterini önce bir eski evin avlusunda
yemlediği birkaç civcivle görüntülerken, ardından kırdığı tahta parçalarını o
kameranın girmediği ancak merak uyandıran eve sokarken adeta dışarıda bıraktığı
görüntüyü es geçmemek gerekir zira kameranın ilk defa kişisel olduğu izlenimini
veren o sahne, babanın o mahremiyetine girmemize izin vermediği ve zarar
göreceği olgusunu yüzümüze çarpan bir anlatım tercih edilmiş. Hep vardır, bir
odanın içinden gelen sese odaklanırız ve orada hep ne var acaba dediğimiz muğlak
bir sorunsalın dışında kalırız. Ancak daha sonra kapı açılır ve içerden bir
kişi çıkar ve hiç birşey olmamış gibi hayatın çemberine kendini kaptırır. Ancak
orada bir nüans vardır ki ya gözlerinde saklı bir üzüntüyü dışarıya çıkarır
beraberinde ya da vücudunda bir izle çıkar dışarıya. Belki pencereden görünen
bir çift yorgun ve ağlamaklı bir göz anlatır odanın fırtına sonrası
sessizliğini. Burada da böyle bir durum
söz konusu. Sakınma, utanç ve mahremiyet
bütünselini destekleyen sadakat, dini itikatlar ve toplumsal geleneklerin
verdiği o saf ama derin ağırlık tamamıyla insan olma ve olabilme ikileminde
sert ve yıkılmayan bir zemin yaratıyor ve karakter analizi yaparken bize
belirleyici doneler veriyor.
Hademe olarak gittiği ancak çırılçıplak soyunup sanat fakültesi
öğrencilerine ya da bir öğrenciye model olması kadar farklı bir köşeden
yapılmış öz eleştiriye, bir önceki sahnede inşaatın o kirli paslı elleri, o
tozlu topraklı mekânından şimdi de heykellerin, gravürlerin ve portrelerin
dolaştığı bir mekâna geçmesi ne kadar da ironik bir taşlama. Bedenin para
ettiği o meşru kalabalığın içinde bedeninin ve ruhun çırılçıplaklığından utanan
bir babanın o üzgün yüzünü sanatta her şey sevap olgusuna karşı çarpıştıran ve insanların
çıplaklığını utanç değil de sanatsal bakış olarak gören bir anlayışın ters köşe
olduğu garip ama güzel bir katman yaratılmış.
Soner Sert ile sineması ve ‘Baba’ üzerine samimi bir söyleşi yaptık,
SORU: Sinemaya ilk geçiş zamanlarınızdan konuşalım. Elbette ki bir hikâyeniz
vardır her yönetmen gibi. Sizi sinemaya iten o görsel ahenge girmeye tercih
eden faktörler nelerdir? Nasıl başladı Soner Sert’in sinema yolculuğu?
Öncesi var elbette ama ilk profesyonel girişimim 2007 yılında Marmara
Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’ne girmemle başladı.
Semir Aslanyürek ve Marmara’dan mezun olan birçok yönetmen ile iletişime
geçmem, bu kısa filmleri çekmemde büyük pay sahibi oldu diyebiliriz. Şu anda da
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü’nde
yüksek lisans yapıyorum.
Bence sinema yapma meselesi, hikâye anlatmayı sevip sevmeme ile alakalı.
Bazıları konuşarak, bazıları susarak, bazıları çizerek, bazıları yontarak,
bazıları çalarak hikaye anlatır. Ve bütün insanlar hikâye anlatmayı sever. Ben
de bunu görüntü ile yapmaya çalışıyorum.
SORU: Baba adlı yapıtınızın çıkış noktasından bahseder misiniz?
İş cinayetlerinin sık aralıklarla yaşanması ve ancak toplu olduğunda
gündeme gelmesi, bu konuya yabancılaşmamı sağladı. Zira şunu kolaylıkla iddia
edebilirim ki, yarın da en az 5 işçi ölecek ve bunu anlamak için kâhin olmaya
gerek yok. Çalışma güvenliği ve yoğun çalışma saatleri iş cinayetlerine pay
çıkarıyor. Ve ancak toplu olunca dikkati çekiyor, maalesef. Ve bu ölümler büyük
firmalarda olduğunda çoğu zaman o büyük firmanın patronu işçinin ailesine kan
parası ödüyor davalık olmamak için. Ancak aynı durum ölüm değil de yara ile
sonuçlanınca, patron o vakayı ‘ustabaşının yada işçinin kendisinin
sorumluluğuna aittir’ diyerek sorumluluğu almaktan kaçınıyor. Ve bence asıl
problem o noktada başlıyor. ‘Baba’da bunu tayallül etmeye çalıştım.
SORU: Yoğun bir metafor anlatımıyla sıfır diyalog olan bir yapıta imza
atarken proje boyunca nasıl bir yol izlediniz? Zira diyalogsuz anlatılarda
görsel boyut daha ağırlıklı olur bu aşamada filmi nasıl yorumlarsınız?
Diyalog meselesini en baştan beri istemiyordum çünkü hiçbir söz, hiçbir
cümle ‘Baba’nın içine düştüğü durumu anlatacak bir yoğunluğa sahip olamaz.
Kendisine tamamıyla ters bir şey yapıyor ve bunu kendine yada bir başkasına
açıklaması mümkün değil. Ve sessizlik(diyalogsuzluk) ciddi bir ağıt maksadı da
taşıyor, öyle değil mi?
SORU: Başrol oyuncu olarak Kadim Yaşar’ı tercih etme nedeni nedir? Hangi
özellikleri Yaşar’ın bu rolü almasına etken oldu?
Kadim Yaşar’la daha önce de ‘Buradayım, Buradayım’ isimli bir kısa film
yapmıştım ve yönetmen olarak ondan çok memnundum. Bu hikâyede kafamda belirmeye
başlayınca ilk olarak telefonda ona anlattım. Ve ben anlatırken bile, ses
tonundan karakteri kafasında oynamaya başladığını hissettim. Çünkü çok
heyecanlandı. Ve ondan bir oyuncu, bir dost olarak çok eminim. O oynarken ben
yönetmen olarak fona bakıyorum sadece.
SORU: Çekim tekniği ile ilgili konuşursak hangi kamerayla ve ne tarz çekim
teknikleri ile filmi kotardınız? Toplamda kaç gün sürdü?
Film toplamda 7 gün sürdü. Kadim Yaşar, İzmir'e geldi. Filmi İzmir’de
çektik. Günde 8 saat çalıştık. Çekimler bitince de evde oturup görüntüleri izledik.
Beğenmediğimiz bir sahne varsa, yarın tekrar gidip çektik.
Filmi, Panasonic hmr151 kamerayla ve ışık kullanmadan çektik. Bilerek kötü
bir kamera tercih ettim. Çünkü kötü bir hikâye anlatıyordum, görüntüde
keskinlik ve parlaklık istemiyordum. Olabildiğince grenli bir görüntüye
ihtiyacım vardı.
SORU: Sinemasal bakışınızdan bahsedelim biraz, Soner Sert sinemasının alt
metinleri nelerdir? Kadraja neleri almayı daha çok sever?
Bildiği şeyleri…
Çevrenin etkisi ile karakterler ortaya çıkar. Ben de sinemada gördüğüm,
bildiğim şeyleri anlatmayı seviyorum. Ve bunlar sıklıkla kendini günlük hayatta
ifade edemeyen insanlar oluyor.
SORU: Baba’da izleyiciyi bir yerde
sınırlayan ve dışarıda tutan bir etken var, o da ana karakterin evine bakmakla
yükümlü bir babayı derinlemesine canlandırırken, biz izleyicileri o izbe evin
içine dahi sokmaz ve bahçede evin sadece dış duvarını ve pencereden
yansıyanları görmekle yetindirirken, hademe olarak gittiği ancak çırılçıplak
soyunduğu o muğlak stüdyoda babayı ruhen de ilk defa çıplak bir şekilde görme
fırsatı veriyorsunuz. Buradaki izleyiciye sınır çizen etken nedir aslında?
Babayı tamamen çıplak göstermek veya evin içindeki o çıplak yalnızlığı
göstermekten uzak durmuşsunuz. Bunun hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Bunu yapmamın bir sebebi var elbet ama bunu ben söylemeyeyim. İzleyenler
yorumlasın.
SORU: Kısa film sektörel bir sıkıntıdır ülkemizde bildiğiniz gibi. Siz film
çekerken veya proje aşamalarında gerekli desteği veya ilgiyi alabildiniz mi
yoksa proje boyunca bütün finansal etmenleri siz mi üstlendiniz?
Kültür bakanlığımız 7 keredir yazdığım hiçbir projeye destek vermediği için
filmlerimi finanse ederken ufak çaplı firmaların tanıtım filmlerini çekiyorum
ve filmlerimin bütçesini bu şekilde ortaya çıkarıyorum. Festivallerden ödül
alıp finanse ettiğim de oluyor elbet.
SORU : Kısa filmcilere Soner Sert’in sonraki projelerinden bahseder misiniz?
Fabrikada çalışan bir kadın işçiyi konu alan bir kısa film çekeceğim. Nisan
gibi çıkar muhtemelen.
SORU: Sinemada diyalog ne kadar önemli?
Gerektiği kadar
SORU: Sinemasal renginizi oluşturan temel öğeler nelerdir? Hangi ekoller
veya yönetmenler size daha yakın?
Marmara’ya ilk girdiğim dönemde İtalyan Yeni Gerçekçilerin hastasıydım.
Hala öyleyim. Eline kamera alıp da Godard’ı beğenmeyen yoktur sanırım. Ken
Loach, Dardennne Kardeşler ve Ghobadi’yi bayıla bayıla izlerim.
SORU: Ülkemizdeki kısa film mekanizmasını nasıl buluyorsunuz? Kısa
filmciliğin ne aşamada olduğunu ve arzuladığınız noktaları söyler misiniz?
Kısa film, uzun filmin ön aşaması değildir. Bu göz önünde tutularak kısa
film yapılmalı bence, en önemli mesele bu.