19 Şubat 2015 Perşembe

FORCE MAJEURE


2014 yılında ilk festival macerasını ve dünya prömiyerini Cannes Film Festivalinde yapan İsveç yapımı ‘Force Majeure’ , ki bizde ‘Turist’ olarak çevrildi, geçtiğimiz yılın en eli yüzü düzgün çalışmalarından biriydi. Avrupa Film Ödüllerine de adaylığı olan bu güçlü anlatım yapısına sahip film Ruben Östlund’un 6. Kurmacası ayrıca. İronik dokunuşlarıyla tanınan yönetmen bu filmde Avrupalı aile yapısındaki çatlaklara ve boşluklara eğiliyor. Eğilirken onları tedavi etmeye hayata kazandırmaya çalışıyor.

Anne, baba ve iki çocuktan oluşan çekirdek bir Avrupalı aile, özellikle babanın işlerinden vakit bulamaması nedeniyle bağlılıklarını tescilleyici ve ailevi değerleri hatırlatan bir tatile giderler. Kış tatili olduğu için de haliyle kayak mekânları gözde durumdadır, hele ki Fransız Alpleri yüksek sosyetenin olmazsa olmazıdır. Film beş ayrı gün ile başlıklandırılmış keza bu gün sayısı ailenin orada kaldığı gün sayısı ile aynıdır. İlk gün kayak kıyafetleriyle mutlu bir aile fotoğrafı çektirilir. Beraber yemek yenir, beraber diş fırçalanır beraber aynı yatağa yatılır. Aynı yatak cümlesi evli ve çocuklu bir aile için her ne kadar normal algılansa da bu aile tek bir büyük yatak üzerinde çoluk çocuk yatıyor ve öyle ki bağlılıkları uyuma tarzlarından bile belli bir göstergede ilerliyor.

Diğer gün terasta yenen güzel bir yemek esnasında dağdan inen beklenmedik ve paniğe yol açan çığ, akabinde birçok şeyi de alıp götürüyor. İlk etapta çığın kontrollü bir olay olduğuna ailesini inandırmak isteyen baba sonrasında ironik bir şekilde botlarını ve cep telefonunu alıp ailesini oracıkta bırakan korkak bir babaya dönüşüyor. Tabi bu durumdan etkilenen eşi ve çocukları bir anlık bu korkunun onlar üzerinde yarattığı simülasyonu üzerinden atlatamaz hale geliyorlar. Gün geçtikçe karısının ona karşı tavırlarında değişmelere yol açan bu olay, gitgide aileyi psikolojik bir çıkmaza sokuyor. Babanın o alışılageldik ağırlığını tamamen paramparça eden bu davranış kadın tarafından kabullenilemez bir hareket olarak nitelendirilirken kişisel anlamda etrafındaki tanıştıkları biri karısından boşanmış 20 yaşında bir başka kadınla takılan bir turist ve sevgilisinin üzerinde de yapıcı eleştirilere yol açıyor.

Kan pompalayamayan bir babanın çıkmazlarını, hasta ruhunun günah çıkartmasını ve parçalanışını izlerken kadının bireysel olarak aile içinde tutucu ve varoluşçu anaç karakter olarak yükselişine tanık oluyoruz. Bir otel içinde geçen aile mahkemesinde mağdur ve suçlunun kendi kendini aklamasına fırsat verilmesini ve bu fırsatı nasıl ve ne şekilde değerlendirememesini ölçümlüyoruz.

Östlund, aile içindeki kaosu bireysel farkındalıkları, anlık korkuları ve bireylerin ilgisizliklerini ayna gibi gerek çocukların tavırlarından gerekse ani dışavurumlardan hissettirmeye çalışıyor. Ayrıca kökeninde modern toplumların içinde yaşayan sıradanlaşan Avrupalı aile kurumlarının tekdüzeleşmesini ve bunu iyi duruma sokmaya çalışmak için her defasında daha da dibe batan kötü senaryonun altını çiziyor.

Otelde tanıştıkları diğer ailelerin de aslında birer yıkım yaşayıp daha sonra oluruna bıraktıkları evlilik hayatlarına da kamerasını çeviren Östlund, gitgide durağanlaşan aile yaşantısının ara sıra temiz kana ihtiyaç duyduğu ancak hala kan kaybeden bir hastalığın pençesinde olduğu gerçeğini de kendi ironik bütünselinde paylaşıyor.


Şimdilerde bile Avrupada sıkça görülen boşanmalar ve ayrı yaşamaların merkezinde yatan ilgisizlik ve duyarsızlık sorunlarının sona getirdiği yapay evlilikler ile onların eskaza meydana getirdiği zavallı ve masum çocuklarını da nasıl zehirlediği ve nasıl ruhsuzlaştırdığı şeklinde yaptığı analizle film gerçek anlamda çığ gibi büyüyen bir hastalığa neşter vuruyor. Bir anlamda ailenin üstüne gelen o çığ, metaforik sancıları ortaya çıkaran bir doğal sendrom gibi filmin can alıcı yerine yerleştiriliyor.

87.Oscar ödüllerinde de İsveç’in temsili en iyi yabancı dilde adayı olan film güçlü teması, sağlam oyunculukları ve dokunduğu noktaları bakımından ilgiyi hak ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder