2014 yılında ilk festival macerasını ve dünya prömiyerini Cannes Film
Festivalinde yapan İsveç yapımı ‘Force Majeure’ , ki bizde ‘Turist’ olarak
çevrildi, geçtiğimiz yılın en eli yüzü düzgün çalışmalarından biriydi. Avrupa
Film Ödüllerine de adaylığı olan bu güçlü anlatım yapısına sahip film Ruben
Östlund’un 6. Kurmacası ayrıca. İronik dokunuşlarıyla tanınan yönetmen bu
filmde Avrupalı aile yapısındaki çatlaklara ve boşluklara eğiliyor. Eğilirken
onları tedavi etmeye hayata kazandırmaya çalışıyor.
Anne, baba ve iki çocuktan oluşan çekirdek bir Avrupalı aile, özellikle
babanın işlerinden vakit bulamaması nedeniyle bağlılıklarını tescilleyici ve
ailevi değerleri hatırlatan bir tatile giderler. Kış tatili olduğu için de
haliyle kayak mekânları gözde durumdadır, hele ki Fransız Alpleri yüksek
sosyetenin olmazsa olmazıdır. Film beş ayrı gün ile başlıklandırılmış keza bu
gün sayısı ailenin orada kaldığı gün sayısı ile aynıdır. İlk gün kayak
kıyafetleriyle mutlu bir aile fotoğrafı çektirilir. Beraber yemek yenir, beraber
diş fırçalanır beraber aynı yatağa yatılır. Aynı yatak cümlesi evli ve çocuklu
bir aile için her ne kadar normal algılansa da bu aile tek bir büyük yatak
üzerinde çoluk çocuk yatıyor ve öyle ki bağlılıkları uyuma tarzlarından bile
belli bir göstergede ilerliyor.
Diğer gün terasta yenen güzel bir yemek esnasında dağdan inen beklenmedik
ve paniğe yol açan çığ, akabinde birçok şeyi de alıp götürüyor. İlk etapta
çığın kontrollü bir olay olduğuna ailesini inandırmak isteyen baba sonrasında
ironik bir şekilde botlarını ve cep telefonunu alıp ailesini oracıkta bırakan
korkak bir babaya dönüşüyor. Tabi bu durumdan etkilenen eşi ve çocukları bir
anlık bu korkunun onlar üzerinde yarattığı simülasyonu üzerinden atlatamaz hale
geliyorlar. Gün geçtikçe karısının ona karşı tavırlarında değişmelere yol açan
bu olay, gitgide aileyi psikolojik bir çıkmaza sokuyor. Babanın o alışılageldik
ağırlığını tamamen paramparça eden bu davranış kadın tarafından kabullenilemez
bir hareket olarak nitelendirilirken kişisel anlamda etrafındaki tanıştıkları
biri karısından boşanmış 20 yaşında bir başka kadınla takılan bir turist ve
sevgilisinin üzerinde de yapıcı eleştirilere yol açıyor.
Kan pompalayamayan bir babanın çıkmazlarını, hasta ruhunun günah
çıkartmasını ve parçalanışını izlerken kadının bireysel olarak aile içinde
tutucu ve varoluşçu anaç karakter olarak yükselişine tanık oluyoruz. Bir otel
içinde geçen aile mahkemesinde mağdur ve suçlunun kendi kendini aklamasına
fırsat verilmesini ve bu fırsatı nasıl ve ne şekilde değerlendirememesini
ölçümlüyoruz.
Östlund, aile içindeki kaosu bireysel farkındalıkları, anlık korkuları ve
bireylerin ilgisizliklerini ayna gibi gerek çocukların tavırlarından gerekse
ani dışavurumlardan hissettirmeye çalışıyor. Ayrıca kökeninde modern toplumların
içinde yaşayan sıradanlaşan Avrupalı aile kurumlarının tekdüzeleşmesini ve bunu
iyi duruma sokmaya çalışmak için her defasında daha da dibe batan kötü senaryonun altını çiziyor.
Otelde tanıştıkları diğer ailelerin de aslında birer yıkım yaşayıp daha
sonra oluruna bıraktıkları evlilik hayatlarına da kamerasını çeviren Östlund,
gitgide durağanlaşan aile yaşantısının ara sıra temiz kana ihtiyaç duyduğu
ancak hala kan kaybeden bir hastalığın pençesinde olduğu gerçeğini de kendi
ironik bütünselinde paylaşıyor.
Şimdilerde bile Avrupada sıkça görülen boşanmalar ve ayrı yaşamaların
merkezinde yatan ilgisizlik ve duyarsızlık sorunlarının sona getirdiği yapay
evlilikler ile onların eskaza meydana getirdiği zavallı ve masum çocuklarını da
nasıl zehirlediği ve nasıl ruhsuzlaştırdığı şeklinde yaptığı analizle film
gerçek anlamda çığ gibi büyüyen bir hastalığa neşter vuruyor. Bir anlamda
ailenin üstüne gelen o çığ, metaforik sancıları ortaya çıkaran bir doğal
sendrom gibi filmin can alıcı yerine yerleştiriliyor.
87.Oscar ödüllerinde de İsveç’in temsili en iyi yabancı dilde adayı olan
film güçlü teması, sağlam oyunculukları ve dokunduğu noktaları bakımından
ilgiyi hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder