Ağrı (Ararat) ve dağ hem iç içe yaşayan hem de bir o kadar ayrı ve uzak olan iki
ayrı karakter gibi. Ama her halükarda birbirlerine ihtiyacı olan ve biri
olmadan diğerinin anlamsızlaştığı bir bütünsellik.
O derin dağ algısının yanında , soğuk bir kış mevsimini makyajlayan esinti,
beraberinde kulaklarımıza çalınan hayvan sesleri ve hayata tutunan insanların
bir anlık faaliyetleri ile Ağrı Dağı , yaşayan bir varlık haline geliyor.
Gözlerini dört açmış bir çoban köpeğinin sanki dağın koruması gibi havlaması ne
kadar da yerinde. Zira yabani güzelliğinin giriş kapısına oturtulmuş bir bekçi
köpeği gibi koruyor orayı ne pahasına olursa olsun. Zamanın durmuş, dingin
yansıması tesbihini çeken bir kadının umarsızlığı ve bütün bu seslerin
merkezinde aniden uyanan küçük bir köylü kızın birkaç saati.
Yıllar boyunca irili ufaklı birçok efsaneye, aşka ve ayrılığa ev sahipliği
yapan heybetli Ağrı Dağı, Hasan Serin’in kamerasıyla şiirsel bir güzelliğe
ulaşıyor. Buz gibi bir kış yaşayan Ağrı Dağı ve eteğinde aynı mevsimi yaşattığı
bir grup insan.
Küçük kız ve aynı evde yaşayan ailesi her ne kadar Ağrı ve dağ gibi eş
anlamlıysa bir o kadar da zıt karakterde kişiler olarak yansıyor. Kız çocuğunun öz Türkçe konuşurken annesinin ve
diğer üyelerin Kürtçe konuşması, kızın okula gitme hevesi ile ninesinin camiye
gitme fikrini kıza dokundurması gibi ironik ve manidar kavramları bize, dağın o
sere serpe uzanmış bakir güzelliğinin derin yansımaları olarak geliyor.
Sabit kamera hareketlerinin dağın kendi hareketliliği ile buluştuğu o
ender anlar, doğal güzelliğin de resmedilmesiyle tablo görüntüsünde sentezleri
ortaya çıkarmış.
Küçük bir kız olmanın o tarz bir kırsalda ne kadar anlaşılmaz ve zor bir
durum olduğunu sade bir dille anlatırken, eğitim sisteminin sektelerini de dağın pastoral
güzelliklerinde buluveriyoruz. O yaşlı dede ve ninenin alışılmış rahatlıkları
ve vurdumduymazlıkları, öğretmenin isyanı, küçük kızın hiç bitmeyecek sabrı ve
azmi ile küçücük bir köye sıkışmış insancıkların dağın onlara izin verdiği
bağlamda birbirlerine olan dışavurumları Serin’in vizöründen böyle yansıyor.
İki taraflı bir gel giti gerek bedensel gerekse ruhsal yarı belgesel tonda
anlatan Serin, özellikle görüntü yönetimi konusunda da harika bir iş çıkartmışa
benziyor.
Filmin alt metnindeki o büyük, görkemli Ağrı Dağının kendine has, büyük,
ulu, tavrına münhasır, eteğinde yaşayan ve onun soğuğunu birebir hisseden küçük
insanların ters köşesin, çıkmazını ve en önemlisi küçük kızın üşümesini, soğuk
bir kış gününü bir odun sobası ve demli bir çay ile ısıtarak servis yapıyor.
Bu özgün yapıt 2014 yılı içerisinde,19. Boston Türk Festivali Belgesel ve
Kısa Film Yarışması Kısa Film Dalında, En İyi Film Ödülü,25. Ankara Film
Festivali Kısa Film ve Belgesel Yarışması Kurmaca Dalında Finalist, 51. Antalya
Altın Portakal Film Festivali Ulusal Kısa Film Dalında Finalist olup, 64.
Berlin Altın Ayı Film Festivali Türkiye Standında gösterimi,23. Mannheim Türk
Film Festivali, Kısa Filmler Bölümü Gösterim Seçkisinde gösterilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder