En son 2012 yılında ‘Keep the lights on’ filmiyle de eşcinsel yaşamlara
dair saf anlatımıyla uluslararası anlamda ses getiren çalışmalara imza atan Ira
Sachs’ın 6.uzun metraj filmi Love Is Strange, Amerikan aile yaşamının zaten
sendeleme periyodu geçirdiği bir dönemde soktuğu eşcinsel evlilik ve hayatın
cilvelerini traji komik dilde anlatıyor.
Alfred Molina ve John Lithgow’un 50 yaş üstü iki eşcinseli oynadığı yapıtın
diğer hemcinslerinden farkı, Molina’nın ve Lithgow’un eşcinsel olan bir çifti
kadınsı olmayan dış karakteristikleriyle şiirsel ve alegorik anlatışlarıdır.
Zira film iki soruya cevap arıyor. Birincisi Amerikan aile yapısında eşcinsel
kimliği nasıl duruyor ve karşılanıyor? İkincisi, toplumsal yapıda eşcinsellik
ne kadar kabul görüyor ve destekleniyor? Tabi bu iki ana temanın arasına
serpiştirilmiş, Joey’in büyüme ve ergen sorunları, Kate’in anne olarak
kimliğinin sorgulanması ve cevapları, Elliot’un baba olarak evdeki artıları ve
eksileri ile tabiki Ben ve George’un uzun yıllardır süreklilik gösteren aşk
yaşantıları ve bu yaşantının sürüklediği trajik noktalar da var.
Birbirlerine olan aşklarını artık aynı çatıda yaşayamayacaklarını anlayan
Ben ve George’un finansal yetersizliklerinden dolayı zorunlu ve geçici olarak
ayrı evlerde yaşamaya başlamasıyla gelişen süreç, bu evlerde gitgide silikleşen
ve sönen birer diğeri olma sonuçlarıyla karşı karşıya kalan kişiler
oluverirler. George olaylara daha sabırlı dayanırken ondan daha yaşlı olan Ben,
maalesef bu durumlardan daha fazla etkilenir ve hassaslaşır. Evde kendine ait
bir yere bile sahip olamayan bu iki çaresiz sevgili, belirli bir müddet
özlemlerini cep telefonlarıyla giderip haftanın belirli günleri dışarda
buluşarak giderirler. Amerikan toplumundaki kapitalist düzenin bireyler
üzerinde yaptığı ağır sendromları hafif ve alaycı dille anlatarak, eşcinsel
evliliklere hala hazır olmayan ve kapının dışından bakan bir Amerika olduğu
etiketini yüzümüze çarpıyor Sachs.
Maalesef Ben’in sessiz sedasız ölümüyle yalnız kalan George, ve Joey’in
hayatındaki taşların yerini bulması gibi birbirinden farklı sonuçların doğması
filmin etnik cevap arayışı içine girmeden natürel bir havada olması gerekenin
olduğu bir standardizasyon belirlemiş olduğunu da görüyoruz. Sachs,
karakterleri fazla sallamadan ve detay vermeden içlerindeki meseleyi tak diye
masaya yatırıp onu normal bir birey gibi tedavi ediyor, sorguluyor ve
cerahatini temizleyip yerine koyuyor. Bu da toplumun kabuk bağlamış yaralarına
karşı ilaç gibi reçete çıkmasına yol açıyor.periyodu geçirdiği bir dönemde
soktuğu eşcinsel evlilik ve hayatın cilvelerini traji komik dilde anlatıyor.
Alfred Molina ve John Lithgow’un 50 yaş üstü iki eşcinseli oynadığı yapıtın
diğer hemcinslerinden farkı, Molina’nın ve Lithgow’un eşcinsel olan bir çifti
kadınsı olmayan dış karakteristikleriyle şiirsel ve alegorik anlatışlarıdır.
Zira film iki soruya cevap arıyor. Birincisi Amerikan aile yapısında eşcinsel
kimliği nasıl duruyor ve karşılanıyor? İkincisi, toplumsal yapıda eşcinsellik
ne kadar kabul görüyor ve destekleniyor? Tabi bu iki ana temanın arasına
serpiştirilmiş, Joey’in büyüme ve ergen sorunları, Kate’in anne olarak
kimliğinin sorgulanması ve cevapları, Elliot’un baba olarak evdeki artıları ve
eksileri ile tabiki Ben ve George’un uzun yıllardır süreklilik gösteren aşk
yaşantıları ve bu yaşantının sürüklediği trajik noktalar da var.
Birbirlerine olan aşklarını artık aynı çatıda yaşayamayacaklarını anlayan
Ben ve George’un finansal yetersizliklerinden dolayı zorunlu ve geçici olarak
ayrı evlerde yaşamaya başlamasıyla gelişen süreç, bu evlerde gitgide silikleşen
ve sönen birer diğeri olma sonuçlarıyla karşı karşıya kalan kişiler
oluverirler. George olaylara daha sabırlı dayanırken ondan daha yaşlı olan Ben,
maalesef bu durumlardan daha fazla etkilenir ve hassaslaşır. Evde kendine ait
bir yere bile sahip olamayan bu iki çaresiz sevgili, belirli bir müddet
özlemlerini cep telefonlarıyla giderip haftanın belirli günleri dışarda
buluşarak giderirler. Amerikan toplumundaki kapitalist düzenin bireyler
üzerinde yaptığı ağır sendromları hafif ve alaycı dille anlatarak, eşcinsel
evliliklere hala hazır olmayan ve kapının dışından bakan bir Amerika olduğu
etiketini yüzümüze çarpıyor Sachs.
Maalesef Ben’in sessiz sedasız ölümüyle yalnız kalan George, ve Joey’in
hayatındaki taşların yerini bulması gibi birbirinden farklı sonuçların doğması
filmin etnik cevap arayışı içine girmeden natürel bir havada olması gerekenin
olduğu bir standardizasyon belirlemiş olduğunu da görüyoruz. Sachs,
karakterleri fazla sallamadan ve detay vermeden içlerindeki meseleyi tak diye
masaya yatırıp onu normal bir birey gibi tedavi ediyor, sorguluyor ve
cerahatini temizleyip yerine koyuyor. Bu da toplumun kabuk bağlamış yaralarına
karşı ilaç gibi reçete çıkmasına yol açıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder