9 Şubat 2015 Pazartesi

LOVE IS STRANGE

En son 2012 yılında ‘Keep the lights on’ filmiyle de eşcinsel yaşamlara dair saf anlatımıyla uluslararası anlamda ses getiren çalışmalara imza atan Ira Sachs’ın 6.uzun metraj filmi Love Is Strange, Amerikan aile yaşamının zaten sendeleme periyodu geçirdiği bir dönemde soktuğu eşcinsel evlilik ve hayatın cilvelerini traji komik dilde anlatıyor.
Alfred Molina ve John Lithgow’un 50 yaş üstü iki eşcinseli oynadığı yapıtın diğer hemcinslerinden farkı, Molina’nın ve Lithgow’un eşcinsel olan bir çifti kadınsı olmayan dış karakteristikleriyle şiirsel ve alegorik anlatışlarıdır. Zira film iki soruya cevap arıyor. Birincisi Amerikan aile yapısında eşcinsel kimliği nasıl duruyor ve karşılanıyor? İkincisi, toplumsal yapıda eşcinsellik ne kadar kabul görüyor ve destekleniyor? Tabi bu iki ana temanın arasına serpiştirilmiş, Joey’in büyüme ve ergen sorunları, Kate’in anne olarak kimliğinin sorgulanması ve cevapları, Elliot’un baba olarak evdeki artıları ve eksileri ile tabiki Ben ve George’un uzun yıllardır süreklilik gösteren aşk yaşantıları ve bu yaşantının sürüklediği trajik noktalar da var.
Birbirlerine olan aşklarını artık aynı çatıda yaşayamayacaklarını anlayan Ben ve George’un finansal yetersizliklerinden dolayı zorunlu ve geçici olarak ayrı evlerde yaşamaya başlamasıyla gelişen süreç, bu evlerde gitgide silikleşen ve sönen birer diğeri olma sonuçlarıyla karşı karşıya kalan kişiler oluverirler. George olaylara daha sabırlı dayanırken ondan daha yaşlı olan Ben, maalesef bu durumlardan daha fazla etkilenir ve hassaslaşır. Evde kendine ait bir yere bile sahip olamayan bu iki çaresiz sevgili, belirli bir müddet özlemlerini cep telefonlarıyla giderip haftanın belirli günleri dışarda buluşarak giderirler. Amerikan toplumundaki kapitalist düzenin bireyler üzerinde yaptığı ağır sendromları hafif ve alaycı dille anlatarak, eşcinsel evliliklere hala hazır olmayan ve kapının dışından bakan bir Amerika olduğu etiketini yüzümüze çarpıyor Sachs.
Maalesef Ben’in sessiz sedasız ölümüyle yalnız kalan George, ve Joey’in hayatındaki taşların yerini bulması gibi birbirinden farklı sonuçların doğması filmin etnik cevap arayışı içine girmeden natürel bir havada olması gerekenin olduğu bir standardizasyon belirlemiş olduğunu da görüyoruz. Sachs, karakterleri fazla sallamadan ve detay vermeden içlerindeki meseleyi tak diye masaya yatırıp onu normal bir birey gibi tedavi ediyor, sorguluyor ve cerahatini temizleyip yerine koyuyor. Bu da toplumun kabuk bağlamış yaralarına karşı ilaç gibi reçete çıkmasına yol açıyor.periyodu geçirdiği bir dönemde soktuğu eşcinsel evlilik ve hayatın cilvelerini traji komik dilde anlatıyor.
Alfred Molina ve John Lithgow’un 50 yaş üstü iki eşcinseli oynadığı yapıtın diğer hemcinslerinden farkı, Molina’nın ve Lithgow’un eşcinsel olan bir çifti kadınsı olmayan dış karakteristikleriyle şiirsel ve alegorik anlatışlarıdır. Zira film iki soruya cevap arıyor. Birincisi Amerikan aile yapısında eşcinsel kimliği nasıl duruyor ve karşılanıyor? İkincisi, toplumsal yapıda eşcinsellik ne kadar kabul görüyor ve destekleniyor? Tabi bu iki ana temanın arasına serpiştirilmiş, Joey’in büyüme ve ergen sorunları, Kate’in anne olarak kimliğinin sorgulanması ve cevapları, Elliot’un baba olarak evdeki artıları ve eksileri ile tabiki Ben ve George’un uzun yıllardır süreklilik gösteren aşk yaşantıları ve bu yaşantının sürüklediği trajik noktalar da var.
Birbirlerine olan aşklarını artık aynı çatıda yaşayamayacaklarını anlayan Ben ve George’un finansal yetersizliklerinden dolayı zorunlu ve geçici olarak ayrı evlerde yaşamaya başlamasıyla gelişen süreç, bu evlerde gitgide silikleşen ve sönen birer diğeri olma sonuçlarıyla karşı karşıya kalan kişiler oluverirler. George olaylara daha sabırlı dayanırken ondan daha yaşlı olan Ben, maalesef bu durumlardan daha fazla etkilenir ve hassaslaşır. Evde kendine ait bir yere bile sahip olamayan bu iki çaresiz sevgili, belirli bir müddet özlemlerini cep telefonlarıyla giderip haftanın belirli günleri dışarda buluşarak giderirler. Amerikan toplumundaki kapitalist düzenin bireyler üzerinde yaptığı ağır sendromları hafif ve alaycı dille anlatarak, eşcinsel evliliklere hala hazır olmayan ve kapının dışından bakan bir Amerika olduğu etiketini yüzümüze çarpıyor Sachs.
Maalesef Ben’in sessiz sedasız ölümüyle yalnız kalan George, ve Joey’in hayatındaki taşların yerini bulması gibi birbirinden farklı sonuçların doğması filmin etnik cevap arayışı içine girmeden natürel bir havada olması gerekenin olduğu bir standardizasyon belirlemiş olduğunu da görüyoruz. Sachs, karakterleri fazla sallamadan ve detay vermeden içlerindeki meseleyi tak diye masaya yatırıp onu normal bir birey gibi tedavi ediyor, sorguluyor ve cerahatini temizleyip yerine koyuyor. Bu da toplumun kabuk bağlamış yaralarına karşı ilaç gibi reçete çıkmasına yol açıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder