3 Aralık 2014 Çarşamba

UNDER THE SKIN - JONATHAN GLAZER



Under the Skin, bu yılın en kayda değer yapıtların biri.

Oyunculuktan başlarsak, Scarlett Johansson'a bence ayırmamız gereken epey bir satır olacağı kanısındayım. Çünkü standart bir Scarlett portresi veya oyunculuğu değil apayrı bir devinim geçiren sınırlarının ucunda her an bir şey yapacakmış gibi telin ucunda bir Scarlett var bu kez.

Dünyaya gönderilmiş bir uzaylı, dünyaya geldiğinde şekil değiştirir ve seksi bir fahişe kılığında İskoçya'nın tekinsiz sokaklarına kullandığı arabayla dalar. Sokaklarda bulduğu genç,yalnız ve cinsel arzularını deneme isteğiyle yanıp tutuşan erkekleri kandırır ve arabasına alır. Bir süre onlarla doğaçlama muhabbet eder ve kuytu köşede belirlediği, dıştan terk edilmiş bir bina izlenimi veren ancak içerisinde alelade derin bir karanlığın hüküm sürdüğü tıpkı zeminine siyah bir zift atılmış gibi adımları gittikçe zorlaştıran ağda bir çukura çekiveren garip, izbe bir yere sürükler. Orada üstünden tek tek çamaşırlarını çıkararak tıpkı podyumda yürür gibi arada arkasına bakarak sanki avını takip eden bir varlık gibi süzülür. Sonra arkasında kalan erkek de üzerindeki her şeyi çıkarır ve gitgide o derin karanlığın içine batar ve çırpınır.

Bir de Scarlett'i uzaktan kumanda eden sanki onun koruyucu meleği, ya da gerisinde öldürdüğü bedenleri toplayıp yok eden gizemli bir motosikletli vardır. Daha çok ölüm meleği izlenimi veren bu motosikletli kendi gizemini muhafaza ederken, giriş sahnesindeki o İskoçya'nın yılan gibi dolambaçlı ve uçurumlu, ıssız yollarından ilerlediği sahne bize Stanley Kubrick'in Shining filmini anımsatır adeta. Sanki hızla gelen o motosikletli çok önemli bir görevi müthiş bir titizlikle yerine getirecekmiş ve birini kurtaracakmış gibi ilerler sanırız. Ancak o saplantılı derinliği ve tekinsizliği bir türlü algılayamayız.


Özellikle tek başına yaşayan, yalnız ve erkek bireylerin peşine düşen Scarlett, filmde hiç öngörülmemiş ve önceden yazılmamış bir diyalog sahnesi olmadığından arabasına aldığı karakterlerle doğaçlama yapmaktadır. Zira bu karakterlerin Scarlett'in arabasına bindikten sonra tüm o şehvetli kadına karşı yakınlaşma hareketleri gizli kamera ile alınmıştır. Film bu tarz tekniksel metotları ve yer yer yönetmenin konuya ve sahneye el atması, Abbas Kiarostami'nin The taste of Cherry filmin de de denediği tarzdaki sahneleri andırır.

Scarlett'in oynadığı rol aslında diğer rollerine nazaran oldukça zor bir roldür. Burada ruhsuz bir yaratığı ve onun üzerinde sahte bir şekilde giydirilmiş bir insan derisine hayat verdiği kozmik bir rolü vardır. Arada konuşmaya başlaması ve kırık dökük gülüşleri ile tamamiyle donuk surat ifadesini son derece hakkıyla veren Scarlett, temanın ve metaforun merkezinde kaybolmadan filmi son noktasına kadar aynı derinlikte ve tereddütte tutabilmeyi başarmıştır.

Yönetmen Jonathan Glazer'ın, Nicole Kidman'lı Birth (Doğum) filminden beri çektiği bu yeni filmi, açıkçası tam anlamıyla kestirilmesi kolay olan bir yapıt olmamakla beraber açık noktaların ucunun çok önemli sarmal noktalara ilerleyebileceği de aşikardır.

Uzaydan gönderilen bu yaratık ölmüş bir kadın bedeniyle, dünyada yaşayan bazı numuneler üzerinden yani yalnız ve tek yaşayan asosyal erkeler üzerinden dünyevi yaşamın varoluşsal sendromunu ve insan olmanın anlamını arayan bir yolculuğa çıkmıştır adeta. Önceleri tek yaşayan erkekler sıra ile arabasına binmiş ve sıradan muhabbetler yapılarak olay hemen cinsel ilişkiye doğru yol almıştır. Ta ki ailesini denizde boğularak kaybeden bir bebeğin ağlayışlarını duyup, ilk acıyı hissedinceye kadar. Ondan sonra artık ilk defa düşünmeye başlar. Bir akşam yine ava çıkmışken arabasına bu kez sadece geceleri dışarı çıkabilen ve kendisine eli yüzü bozulmuş olduğu için ucube deyip dalga geçen insanlardan kaçan başka bir asosyal erkek denk gelir. Onu arabasına alır ve muhabbet eder. Bu erkeğin eline dokunur ilk kez ve ilk kez o yumuşaklığı ve masumiyeti hisseder. Onu da o karanlık dehlizlerine sürükler. Ancak bu kez beklenen olmaz ve o terk edilmiş binadan bu erkek ilk defa çırılçıplak tek başına bir şey olmadan çıkar. Uzaylı yine ilk defa karşısına çıkan bir aynada kendi yüzünü değil de üzerinde derisini kullandığı o fahişe kadının suratını görür. Ama bu kez başka bir şekilde görür.

O meşhum, gizemli motosikletli Scarlett'in bitiremediği görevi tamamlamaya gelir ve o çocuğu oradan alır ve bilinmezliğe götürür. O saatten sonra artık her şey değişir. Dünyaya bir amaç için gelen ve acımasızlığıyla bildiğimiz karanlık yaratık, insan derisinin içinde yumuşar, ve hislenir. Otobüste gördüğü bir adamın evine gider ona sığınır. İlk defa bir yiyecek yemeğe çalışır ama başaramayıp kusar, o erkeğin kadını olmayı dener tıpkı evli çiftler gibi ancak onu da başaramaz ve vajinasından siyah su gelmemesi için kalkar ve orayı terk eder.

Final sahnesi de sarsıcı bir şekilde sona erer zira Scarlett, ormanda o naif tanıdığı insanın tam tersi vahşi bir insan tarafından tecavüze zorlanır ve uzaylı olduğunu anlayınca adam tarafından benzinle yakılır. Buradan da kabullenemeyişin ve aidiyet meselelerinin tam da merkezine kızgın demirle vuruyor Glazer ve uzaylı falan mesele değil asıl mesele insan olabilmenin ötesinde bir yabancılaşma bir hayvanlaşma bir sığlaşmanın tepkisidir bu diyor. Ne kadar uzaylı yaratık insanın anlamını arama ve kabullenme eğilimi gösterse de maalesef insan bu kadar meseleye eğilemiyor ve düz bakarak işi cinsel taraftan bitiriveriyor.

Doğa bile her şekilde her varlığı kabullenmişken insan maalesef en ufak bir değişimi ve farklılaşmayı kabullenemiyor. İnsanlık bir anlamda yapısal bir çekirdek. Tıpkı atom gibi. Kırılıp parçalanmaya başladığında etrafına zehirli kimyasallar salgılayan bir hal alıyor maalesef. Ancak yerinde durdukça da tedirgin eden ve sanki her an infilak edecek gibi hareket eden bir algısı da var.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder