24 Aralık 2014 Çarşamba

STILL THE WATER - NAOMI KAWASE



Cannes Film Festivalinin vazgeçilmez yönetmenlerinden Naomi Kawase, yıllar önce kotardığı “Suzaku” ile Altın Kamera, “Yas Ormanı” ile Jüri Büyük Ödülü kazandığı Cannes Festivalinde bu yılda en son başyapıtı ‘’Still The Water- Dingin Sular’’ ile 2014’e damgasını vurdu. Festivalin yarışma filmlerinin arasında yer alan yapıt, şayet Nuri Bilge Ceylan’ın ‘’Kış Uykusu’’ filmi altın palmiye almasaydı, yerine düşünülen tek adaydı Kawase’nin lirik dramı.

Japon kadın yönetmen Kawase, ‘’Still The Water’’ da metaforik bir transandantal yolculuğa çıkarırken bizi, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizginin tez ve anti-tezlerini etimizi acıtarak gösteriyor.

Yine başrole sığınmış savunmasız, denizden korkan, arzularını içine gömen, baba hasretini ancak ona yaptığı belirli sayıda kısa süreli ziyaretlerle gideren, erkek olma ve büyüme sancıları taşıyan ve aşk kokusunun kapısını bir anda çalmasıyla beklenmedik bir duyguyu daha yaşamak zorunda kalan, annesiyle yaşayan ve annesinin başka erkeklerle birlikteliğine tahammül edemeyen, zamanı ileriye atmış yeni yetme bir çocuk, onun tam karşıtı sayılan yine ölüm döşeğinde şaman annesiyle birlikte mutlu mesut yaşayan, denizden korkmayan hatta onunla oynarcasına barışık yaşayan, cesur bir kız merkezinde dönen bir ölüm ve yaşam sendromu.

Giriş sekansının o içler acısı beyaz keçinin kurban edilişine tanık eder yönetmen bizi. Sanki ölümün mutlak sonuç olarak gösterilmesi gerekliliğini ilk etapta yedirir gibi başlığa. Sonra etrafa sıçrayan kan ile bozulan o rengârenk güzellik kadraja girer. Hayatın renk skalasına sokar kırmızı kanı Kawase, ki yaşamın özünü akıtır gözlerimizin önünde. İşte kaynak budur der ve en son boş bakışları kalır zavallı keçinin fading out olurken.

Turistik bir Japon adası, sükûnet içinde yaşayan insanlar, doğal güzellik derken bir gün sabah plajda bulunan bir erkek ceset bütün bu suskunluğu ve demi bozar.  Bir yandan polis durumu araştırırken, bir yandan da adanın neferlerinin içine dalar kamera. Dingin yaşamlar, dalgasız dingin sularla betimlenir.  Bol ahtapotlu makarnanın kokusunu bile duyarız, kimi zaman pejmürde elbiseleriyle adanın piri gibi dolaşan o yaşlı kambur dedeyi hissederiz kimi zaman da okyanusun o yosun kokan maviliği meltemle eser sanki film boyunca. 
Alt metinlerde gizli bir ölüm konusu kendi içinde parçalanıp kromozomlarına ayrışır. Ölümü öncelikle keçinin kurban edilmesiyle minimal bir seremoni eşliğinde verilir ve ardından plajda sanki cinayetvari  bir senaryoyla gösterilir. Şaman annenin beklenen ölümü ile şiirsellik kazanır. Ardından bakarız ki ölüm aslında dünyanın bir kuralı olup doğal karşılanan yerkabuğunun üstü gibidir artık. Her basıldığında çatırdayarak hep orda olduğunu hatırlatan sadık ve can dostumuz ölümü tanıştırır her karesinde bize Kawase. Gerek yok dünyanın elimizden aldığı canlara karşı koymanın anlamı der hikâye ve duruşunu sabitler sanki güçlü bir düşmanı hisseder gibi.

Aşk vardır keza birde. Kawase’nin lirik şiirselliğinin naif dengesini tutturduğu o aşk kavramı da dünyevi bir bedensel arzunun kaynağıdır.  Bunun sorgusu, anlamı, kaygısı yoktur. Kadın ya da erkek olsun fark etmez aşk hissedildikçe yaşanır, yaşandıkça arzulanır. Küçük çocuğun mantıksal çıkarımında yatan o önemli soru da budur zaten. Kadınların nasıl bu kadar rahat ve arzulu olduğu.  Bir erkek böyle güçlü bir değimi hemen kabullenemez, zira tecrübeleri yoksa bu erkeğin sürekli olayları ve kişileri yargılar.  Kawase’de burada tecrübelerin hayat kadar önemli birer etken madde olduklarını savunarak karakterlerin ritüel boşalmaları ve dışavurumlarını saf bir dille anlatmıştır.
Duyguların kabardığı zamanları okyanusun dalgalarının da kabardığı zamanlarla eşleştiren, hatta tayfun çıktığı zaman tamamen sinir krizi geçiren çocuğun o kör gecede nefret ettiği annesini yitirmesi, babasını ziyaret ettiğinde sırtında gördüğü dövmeyle etkileşim yaptırdığı ölen adamın sırt dövmesi, ölüm gününü bahçesindeki banyan ağacıyla kimsenin göremediği ve de anlamadığı bir dilde konuşan şaman kadının durumu güçlü metaforlarla anlatılmış.

Annesini affedebilmesi, ona olan sevgisini ortaya çıkarabilmesiyle mümkün olan küçük delikanlının, desteğini hiç esirgemeyen kız arkadaşı ile filmin son karesinde özgürce ve korkmadan çırılçıplak denize girmesi artık korkularından tamamen sıyrıldığını, kız arkadaşıyla ilk defa sevişebildiği sahnede de arzularını derinlerden çıkarabildiğini rahatlıkla görebiliriz.

Kawase, bir kez daha dünyanın alışılageldik kurallarını yine onun defterinden satır satır verirken, bu satır aralarında yaşayan insanlarına acı çektirerek tecrübe kazandırıp mutluluğu hak etmelerini sağlayan bir tanrıyı ete kemiğe büründürüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder