
Cannes Film Festivalinin vazgeçilmez yönetmenlerinden Naomi Kawase, yıllar önce kotardığı “Suzaku” ile Altın Kamera, “Yas Ormanı” ile Jüri Büyük Ödülü kazandığı Cannes Festivalinde bu yılda en son başyapıtı ‘’Still The Water- Dingin Sular’’ ile 2014’e damgasını vurdu. Festivalin yarışma filmlerinin arasında yer alan yapıt, şayet Nuri Bilge Ceylan’ın ‘’Kış Uykusu’’ filmi altın palmiye almasaydı, yerine düşünülen tek adaydı Kawase’nin lirik dramı.
Japon kadın yönetmen Kawase, ‘’Still The Water’’ da metaforik bir
transandantal yolculuğa çıkarırken bizi, ölüm ve yaşam arasındaki ince çizginin
tez ve anti-tezlerini etimizi acıtarak gösteriyor.
Yine başrole sığınmış savunmasız, denizden korkan, arzularını içine gömen,
baba hasretini ancak ona yaptığı belirli sayıda kısa süreli ziyaretlerle
gideren, erkek olma ve büyüme sancıları taşıyan ve aşk kokusunun kapısını bir
anda çalmasıyla beklenmedik bir duyguyu daha yaşamak zorunda kalan, annesiyle
yaşayan ve annesinin başka erkeklerle birlikteliğine tahammül edemeyen, zamanı
ileriye atmış yeni yetme bir çocuk, onun tam karşıtı sayılan yine ölüm
döşeğinde şaman annesiyle birlikte mutlu mesut yaşayan, denizden korkmayan
hatta onunla oynarcasına barışık yaşayan, cesur bir kız merkezinde dönen bir
ölüm ve yaşam sendromu.
Giriş sekansının o içler acısı beyaz keçinin kurban edilişine tanık eder
yönetmen bizi. Sanki ölümün mutlak sonuç olarak gösterilmesi gerekliliğini ilk
etapta yedirir gibi başlığa. Sonra etrafa sıçrayan kan ile bozulan o rengârenk
güzellik kadraja girer. Hayatın renk skalasına sokar kırmızı kanı Kawase, ki
yaşamın özünü akıtır gözlerimizin önünde. İşte kaynak budur der ve en son boş
bakışları kalır zavallı keçinin fading out olurken.
Turistik bir Japon adası, sükûnet içinde yaşayan insanlar, doğal güzellik derken
bir gün sabah plajda bulunan bir erkek ceset bütün bu suskunluğu ve demi
bozar. Bir yandan polis durumu
araştırırken, bir yandan da adanın neferlerinin içine dalar kamera. Dingin
yaşamlar, dalgasız dingin sularla betimlenir.
Bol ahtapotlu makarnanın kokusunu bile duyarız, kimi zaman pejmürde
elbiseleriyle adanın piri gibi dolaşan o yaşlı kambur dedeyi hissederiz kimi
zaman da okyanusun o yosun kokan maviliği meltemle eser sanki film
boyunca.
Alt metinlerde gizli bir ölüm konusu kendi içinde parçalanıp kromozomlarına
ayrışır. Ölümü öncelikle keçinin kurban edilmesiyle minimal bir seremoni
eşliğinde verilir ve ardından plajda sanki cinayetvari bir senaryoyla gösterilir. Şaman annenin
beklenen ölümü ile şiirsellik kazanır. Ardından bakarız ki ölüm aslında
dünyanın bir kuralı olup doğal karşılanan yerkabuğunun üstü gibidir artık. Her
basıldığında çatırdayarak hep orda olduğunu hatırlatan sadık ve can dostumuz
ölümü tanıştırır her karesinde bize Kawase. Gerek yok dünyanın elimizden aldığı
canlara karşı koymanın anlamı der hikâye ve duruşunu sabitler sanki güçlü bir
düşmanı hisseder gibi.
Aşk vardır keza birde. Kawase’nin lirik şiirselliğinin naif dengesini
tutturduğu o aşk kavramı da dünyevi bir bedensel arzunun kaynağıdır. Bunun sorgusu, anlamı, kaygısı yoktur. Kadın
ya da erkek olsun fark etmez aşk hissedildikçe yaşanır, yaşandıkça arzulanır.
Küçük çocuğun mantıksal çıkarımında yatan o önemli soru da budur zaten.
Kadınların nasıl bu kadar rahat ve arzulu olduğu. Bir erkek böyle güçlü bir değimi hemen
kabullenemez, zira tecrübeleri yoksa bu erkeğin sürekli olayları ve kişileri
yargılar. Kawase’de burada tecrübelerin
hayat kadar önemli birer etken madde olduklarını savunarak karakterlerin ritüel
boşalmaları ve dışavurumlarını saf bir dille anlatmıştır.
Duyguların kabardığı zamanları okyanusun dalgalarının da kabardığı
zamanlarla eşleştiren, hatta tayfun çıktığı zaman tamamen sinir krizi geçiren
çocuğun o kör gecede nefret ettiği annesini yitirmesi, babasını ziyaret
ettiğinde sırtında gördüğü dövmeyle etkileşim yaptırdığı ölen adamın sırt
dövmesi, ölüm gününü bahçesindeki banyan ağacıyla kimsenin göremediği ve de
anlamadığı bir dilde konuşan şaman kadının durumu güçlü metaforlarla
anlatılmış.
Annesini affedebilmesi, ona olan sevgisini ortaya çıkarabilmesiyle mümkün
olan küçük delikanlının, desteğini hiç esirgemeyen kız arkadaşı ile filmin son
karesinde özgürce ve korkmadan çırılçıplak denize girmesi artık korkularından
tamamen sıyrıldığını, kız arkadaşıyla ilk defa sevişebildiği sahnede de
arzularını derinlerden çıkarabildiğini rahatlıkla görebiliriz.
Kawase, bir kez daha dünyanın alışılageldik kurallarını yine onun
defterinden satır satır verirken, bu satır aralarında yaşayan insanlarına acı
çektirerek tecrübe kazandırıp mutluluğu hak etmelerini sağlayan bir tanrıyı ete
kemiğe büründürüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder