Jean Pierre-Luc Dardenne’in 9.cu
yapıtı ‘Deux Jour Une Nuit’ başlı başına sinemasal gerçekliğin lezzetli bir
lokması. Elbette ki Dardenne kardeşlerin en iyi filmi değil, keza ‘Rosetta
(1999)’nın sarsıcı etkisinden kurtulabilen veya
‘Le gamin au vélo (2011)
(Bisikletli Çocuk)’ nun metaformozoundan çıkabilen saf Dardenne izleyicisini
her ne kadar bir derece hayal kırıklığına uğratsa da, kendi janrlarında
etkisini sağlam oyuncu performansı ve tematik difüzyonları 2014 yılının
izlenmeyi hakeden bir yapıtı olarak öne çıkıyor.
Marion Cotillard, Sandra rolünde işçi sınıfının mücadeleci, cesur ve bir o
kadar da gururlu kadını sıfatını o kadar mağrur üzerinde taşıyor ki La môme
(2007) filminde hayat verdiği ölümsüz
Edith Piaf gibi şöyle farklı bir yere konulacak düsturda ayrı bir söz
edilesi parçası çıkıveriyor Dardenne’lerin filminde.
Hemen hemen tek elbiseyle, hani şu standart pembe renkli kısa askılı tişörtüyle, bir sabah gelen ani telefonla sarsılan ve durmak bilmeyen bir mücadeleye sıçrayan Sandra, iş arkadaşlarının kendi aleyhine verdiği oylama ile işten çıkarılma durumuyla karşı karşıya kalır. Mücadele basamak basamak her bir oy kullanan arkadaşına yaptığı kısa ve öz ziyaretlerle anlam kazanır. Bu anlam, izleyiciye hem Sandra’nın kendi kişisel metabolizması hakkında bilgi verirken etrafındaki iş arkadaşlarının Sandra ile ilgili ve ayrı olan kimyaları konusunda da net çıkarımlara vardırır.
Hemen hemen tek elbiseyle, hani şu standart pembe renkli kısa askılı tişörtüyle, bir sabah gelen ani telefonla sarsılan ve durmak bilmeyen bir mücadeleye sıçrayan Sandra, iş arkadaşlarının kendi aleyhine verdiği oylama ile işten çıkarılma durumuyla karşı karşıya kalır. Mücadele basamak basamak her bir oy kullanan arkadaşına yaptığı kısa ve öz ziyaretlerle anlam kazanır. Bu anlam, izleyiciye hem Sandra’nın kendi kişisel metabolizması hakkında bilgi verirken etrafındaki iş arkadaşlarının Sandra ile ilgili ve ayrı olan kimyaları konusunda da net çıkarımlara vardırır.
Sandra, evinde anne ve eş olarak belli bir duraklama dönemine girmiş ancak
haklı nedenlerine sarılan acı dolu bir kadın imajını korurken, işinde de bu
paralelde bir işçi etiketi içinde hareket eder. Ayrılıkçı düşünceler içinde gel
gitler yaşayan Sandra’nın aile içinde kendi kocasına karşı sorguladığı ve bizim
görebildiğimiz tek sekans, Sandra’nın kocasına artık eskisi gibi sevişmediklerini
hatırlatmasıyla doğan bir alt katmandır.
Birlikte dondurma yedikleri sahne vardır hani şu Sandra’nın ağaçta öten bir
kuşu kıskandığı sahne. İşte tam orada, Sandra’yı tamamen yapayalnız gördüğümüz
nadir anlardandır. Dardenne kardeşler, Sandra’nın cisimsel yalnızlığını sosyal
kumbaralarında o kadar ekonomik kullanmışlardır ki, ense kamerasıyla elde
ettikleri psikolojik benmerkezciliği, rasyonel yalnızlığıyla birleştiren farklı
bir atmosfere dönüştürmeye çalışmışlardır. Sandra aslında, o kadar ağır bir
yükle dolaşır ki sokakları, bunu yürürken o ayaklarındaki ve özellikle yüz
odaklarındaki belirsiz mimiklerden anlayabiliriz.
Dardenne’ler tıpkı Rosetta’da ulaştıkları sosyal buruşmayı ve akabindeki
psikolojik derişmeyi bu filmde de deşmeye çalışmışlar ve Sandra, burada ameliyat masasına yatırılmış ağır
hastayı oynarken, kendi başına
iyileşmeye çabalarken aynı derece de kendi ölümüne de sebep olan panel bir
karakteri canlandırmıştır.
Toplumsal değişimlerin ve sistemsel eziciliğin birey üzerinde farklı
etkileri olduğu ve Sandra’nın burada
dışa vurduğu karakteristik ve tokat gibi iz bırakan etkileri açısından
Dardenne’ler yine etkisi yıl boyu
konuşulacak bir filme imza atmışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder