16 Ocak 2015 Cuma

TOKYO STORY - YOSUJIRO OZU

1953 yılının Tokyo’su. Japon komünist partisinin lideri Tokuda Kyuichi ‘nin devrimci politikasıyla biraz olsun rahatlayan ancak yenice savaştan çıkmış bir Japonya’nın kendi ayaklarında ilk yürüme deneyimleri yaptığı alışma dönemlerinde bir ailenin günümüz devrin insanına da değindiği evrensel bir anlatıma sahip bir başyapıtı ‘Tokyo Story’.

Ozu’nun o naif ve dirayetli anlatımı, sadece onu şimdi bile akıllardan çıkmayacak dramatürji ve pek çok sinema okulunda ders olarak okutulan bir öğretici kaynak gibidir.

İlk karede görülen yaşlı bir çift ve ağır ağır yaptıkları yolculuk hazırlıkları ve uzun zamandır görmedikleri çocukları ve torunlarına yapacakları ziyaret. Buraya kadar her şey gayet normal ve olması gerektiği gibi. Küçük çantalar hazırlanır ve yola koyulurlar. İlk defa geldikleri o muhteşem güzellikteki Tokyo, bu yaşlı çifte hem bir ikinci bahar şansı verirken hem de özlemlerini giderecekleri bir manzarayı da beraberinde getirecektir. Tabi bu bakış açısı, Ozu’nun o temiz anlatımında ebeveynlerin çocukları için düşündüğü o pastoral şiir gibi tatlı gelse de karşılığında yüz yüze geldikleri o şehrin bulanıklığına ve keşmekeşine takılıp giden hayatları ve bu hayatların aslında çocuklarına ait olması onları derinden yaralayan bir hiciv halini alır. Doktor olarak bildiği ve inandığı oğlunun sıradan bir mahalle doktoru olmasını öğrenmesiyle başlayan aldatmaca, yavaş yavaş çocuklarının evinde birer yabancı gibi hissetmelerine kadar uzanır. Keza özledikleri ve hiç görmedikleri torunlarının bile ne kadar yabanileştiğini gördükleri an, geçmişte yetiştirdikleri çocuklarının o doğal hallerini düşünüp birbirlerine suskunca bakarlar.

Hep eskileri yad etmeye çalışan yaşlı çift, çocuklarının maalesef geçmişten hiçbir şeyi artık evde barındırmadıkları ve yeni hayata kendilerini çaresizce teslim ettikleri, makyajlı bir yaşamın köleleri oldukları senaryosunu gördüklerinde, dışa vurmadıkları hayal kırıklıkları onları yavaş yavaş yalnızlığın eşiğine getirecek ve hatta zavallı annenin ölümüyle sonuçlandıracaktır. En büyük düşmanın içinde yaşadıkları hayatın olduğu izlenimini vermeleri bir anlamda da eskiden yaşlı çiftten Tomi’nin çok içen sarhoş bir adam olması ve karısına karşı pek de iyi davranmaması üzerinde düşünülürse kendi içlerinde de bozgunlar yaşayan bu çiftin hayata karşı savunmasız ve değişen değerlere karşı artık mücadele edemez konuma gelmeleriyle de anlatılabilir.  Kendi çocuklarının değişim rüzgarları yaşadığı dönemi eleştirirlerken kendi öz eleştirilerini de çocuklarının yapması yaşlı çifti kimi zaman hoşnut etmez.

Aile bireylerinin bağlılığı ve bunların geleneksel yörüngeye oturtulması üzerine çok güzel bir sorgulama yaratan Ozu,  savaştan sonra teknoloji çağının insanlarda bitirdiği o doğallığı damla damla izleyiciye veriyor. Her damlasında, zerre kadar pişmanlık duymayan ve ilelebet kalbindeki sevgiyi atamayan bir birey çatışmasını da hiçbir taraf tutmadan yalın bir dille sentezliyor. Gerek siyah-beyaz kadrajın verdiği o nostaljik yansımaları gerekse karakterler üzerinden gittiği bir soğuk savaş ortamını sığ bir denizde çırpınarak boğulan bir bebek gibi masumane hareketlerle anlatıyor.

Filmin toplum içinde dejenerasyona uğramış bireylerin konvansiyonel değişimlerine tanıklık ettirirken, kabuğundan çıktığından beri değişmeyen değerleri alın teriyle korumaya çalışan bir neslin mücadelesi de veriliyor. Her nesil geçtikçe değişen ve çürüyen asimile olmuş bireyin Ozu’nun ellerinde çimlenmiş nadide bir hikâyesi haline geliyor.  Her daim izlenebilecek ve her izlendiğinde hala o eski tadını yitirmeyecek bir hikâye sunuyor bize Ozu.

Fabrika bacalarından çıkan o katran dumanı birden fazla kadraja sokuyor ki usta yönetmen, şehri kirletenin yine bir insan olduğu ayıbını yüzümüze vuruyor. Terastan baktığında her kalkan motorlu kayığı izlemek yaşlı adamın içinden kalkıp giden o umutların o bekleyişlerin acı bir hüznü eşliğinde onu da kim bilir belki de bir zamanlar çok mutlu olduğu bir döneme götürüyor. Ancak o da biliyor ki geçmiş, şimdiki zamanı ve gelecek zamanı etkileyen ve hep geriye dönüp baktığımızda özlenecek bir şeylerin olduğuna bizi ikna eden kuvvetli bir etken..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder