27 Ocak 2015 Salı

GONE GIRL (DAVID FINCHER)

David Fincher, en son ‘Social Network’ ile kitle iletişimine yaptığı derin vurgulamayla aslında ileride daha mefhum bir derinlik algısı kazanacak ‘Gone Girl (Kayıp Kız)’ın gelişini haberdar ediyordu.  Bu bir anlamda Fincher için farklı bir dönemin de başlangıcıydı. 

Gone Girl, sistematik açıdan pek çok bileşeni olan bir yapıt. Sadece iyilik ve kötülük sorgulaması ile değil bunun alt metinleri ve ögelerini de madde madde sıralıyor. Öncelikle  fade in ile başlayan Ben Affleck’in  bir birey olarak  arada kalmışlığı ve belirsizliğini dışa vururken o gizemli havayı ve sonrasında olacakları sinsice halı altı yapıyor. Ardından kur yapılan bir kadın ve onu elde etmeye çalışan bir erkek görünüyor. İlk önce kadın ve erkeğin birliktelik öncesi gözüktüğü teatral serserilikler ardından sınıf farklılıklarının ortaya çıkmasıyla etnik ayrılıklara varan hesaplaşmalar geliyor.

İkili ilişkiler deyince aklımıza gelen o bol diyaloglu ve bol traji komik alegorilerin patladığı bir Woddy Allen çıkışı değil belki de ancak bu bir bakıma iki çiftin birbirine olan yakınlıkları ve uzaklıkları adına alınan kilometre taşları gibi. Birbirlerini çok tanımayan ve buna ilk etapta ihtiyaç duymayan çift, günler geçtikçe yabancılaşan ruh ve bedenlerini savunmasızca geriye çeken bir çift haline geliyorlar. Zengin kadın fakir erkek modeli masaya yatırılırken, kadının hiyerarşisi karşısında erkeğin metabolizması, erkeğin resesifliği karşısında kadının dominant çizgisi denetleniyor. Toplumda her an karşımıza çıkma ihtimali olan bu numune bireyler, ya bir araya gelip evlenseler nasıl yürür?  sorusuna  cevap arıyor. Buna cevap ararken akabinde her bir bireyin derinliğine inerek onların karanlık taraflarına da el feneri tutuyor ve insan olgusunun farklı yapıtaşlarını gösteriyor.

Evlilik mekanizması, her toplumda ciddi bir müessese olarak tabi görürken, Fincher bu müessesel durumu alaşağı ediyor ve içine şeytani zekâ ve tutumları birer baharat gibi serpiyor. Perdeleri kapatıp, elektrikleri kesiyor ve içlerinde köpüren taşkınlığı tıpkı biri bizi gözetliyor çatısı altında büyüteçleyerek yarı dingin yarı vahşi ama bir o kadar da mistik yorumuyla bize sunuyor.

Teknolojinin değişimiyle konvansiyonel ülkelerin bünyesinde yaşayan insanların gelenekçi tutumları ile bunların dışında kalan rant dünyasının kapitalist çizgide gerçekleşen bozulmayı iki karakter üzerinde yoğunlaştırıyor. Evlilik, karşılıklı ilgi arayışı, birbirini tanıma konuları kendini yavaş yavaş aldatma, endişe, korku ve savunmaya bırakıyor. Fincher burada öyle bir kontrolsüz gücü mekanizmanın çarkına sokuyor ki dışarıdan duruma bakan birisi olarak hiçbir şekilde yorum yapamayacak duruma getiriyor. İşte buna medyanın sihirli gücü diyor. Medya ve kitle iletişim araçları bir çiftin ruhsal hengamesini ve içsel hegemonyasını ekranlara döküyor ve halkın kayıtlı kalacağı bir metafor oluşturuyor. Günümüzde de çok sık rastladığımız o ünlülerin özel hayatlarındaki çalkantıları medya önünde çırılçıplak izlediğimiz kritikler de de gördüğümüz gibi Fincher, derin bir medya eleştirisi getirirken tüketim toplumunun etraflıca nasıl bir zombi imparatorluğuna dönüştüğünü ve karşıdan kumanda edilen bir sosyal değişime iğnesini batırıyor.

Özellikle Rosamund Pike’in yer yer bana ‘Basic Instinct’ filmindeki buz kıracağıyla erkekleri öldüren Sharon Stone’u anımsatsa da filmin yarısından itibaren o sessizliğini bir kenara atıyor ve filmi alıp götürüyor. Tüm ilgiyi üzerinde tutan Pike, film boyunca yaşadığı değişim türevini asla aşağı indirmiyor ve belki de en iyi oyunculuğunu sergiliyor.

Standart bir ilgisizlik, kadını kocası için farklı ama ölümcül bir labirentin  içine sokabilir mi? Tabi bu sayede kadın kazanırsa o vahşi adaletini uygular mı? Buna erkek ne kadar tepki verebilir? Toplum ayrılmış bir çiftte erkeği mi yoksa kadını mı suçlu görür? Tecavüze uğrayan kadın ne kadar haklıdır? Gibi toplumda yara almış ve hala muğlak birçok enstantanelere sebep olan durumları sorgulayan film ilginç bir bitiş yaparak  kötünün kazandığı ve insanlığın mevcut standartta tamamen yozlaştığını gösteriyor.

Gerilim ve gizem çizgisini hiç bir şekilde düşürmeyen ve potansiyelini sadece benim Ben Affleck’in oyunculuğunu yeterli bulmadığım için bir parça düşüren yapıt, Fincher’in en iyilerinden olmasa da izlenmesi gereken sağlam bir senaryoya sahip yapıtlarından biridir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder