David Fincher, en son ‘Social Network’ ile kitle iletişimine yaptığı derin
vurgulamayla aslında ileride daha mefhum bir derinlik algısı kazanacak ‘Gone
Girl (Kayıp Kız)’ın gelişini haberdar ediyordu.
Bu bir anlamda Fincher için farklı bir dönemin de başlangıcıydı.
Gone Girl, sistematik açıdan pek çok bileşeni olan bir yapıt. Sadece iyilik
ve kötülük sorgulaması ile değil bunun alt metinleri ve ögelerini de madde
madde sıralıyor. Öncelikle fade in ile
başlayan Ben Affleck’in bir birey
olarak arada kalmışlığı ve belirsizliğini
dışa vururken o gizemli havayı ve sonrasında olacakları sinsice halı altı
yapıyor. Ardından kur yapılan bir kadın ve onu elde etmeye çalışan bir erkek
görünüyor. İlk önce kadın ve erkeğin birliktelik öncesi gözüktüğü teatral
serserilikler ardından sınıf farklılıklarının ortaya çıkmasıyla etnik
ayrılıklara varan hesaplaşmalar geliyor.
İkili ilişkiler deyince aklımıza gelen o bol diyaloglu ve bol traji komik
alegorilerin patladığı bir Woddy Allen çıkışı değil belki de ancak bu bir
bakıma iki çiftin birbirine olan yakınlıkları ve uzaklıkları adına alınan
kilometre taşları gibi. Birbirlerini çok tanımayan ve buna ilk etapta ihtiyaç
duymayan çift, günler geçtikçe yabancılaşan ruh ve bedenlerini savunmasızca
geriye çeken bir çift haline geliyorlar. Zengin kadın fakir erkek modeli masaya
yatırılırken, kadının hiyerarşisi karşısında erkeğin metabolizması, erkeğin
resesifliği karşısında kadının dominant çizgisi denetleniyor. Toplumda her an
karşımıza çıkma ihtimali olan bu numune bireyler, ya bir araya gelip evlenseler
nasıl yürür? sorusuna cevap arıyor. Buna cevap ararken akabinde her
bir bireyin derinliğine inerek onların karanlık taraflarına da el feneri
tutuyor ve insan olgusunun farklı yapıtaşlarını gösteriyor.
Evlilik mekanizması, her toplumda ciddi bir müessese olarak tabi görürken,
Fincher bu müessesel durumu alaşağı ediyor ve içine şeytani zekâ ve tutumları
birer baharat gibi serpiyor. Perdeleri kapatıp, elektrikleri kesiyor ve
içlerinde köpüren taşkınlığı tıpkı biri bizi gözetliyor çatısı altında
büyüteçleyerek yarı dingin yarı vahşi ama bir o kadar da mistik yorumuyla bize
sunuyor.
Teknolojinin değişimiyle konvansiyonel ülkelerin bünyesinde yaşayan
insanların gelenekçi tutumları ile bunların dışında kalan rant dünyasının
kapitalist çizgide gerçekleşen bozulmayı iki karakter üzerinde yoğunlaştırıyor.
Evlilik, karşılıklı ilgi arayışı, birbirini tanıma konuları kendini yavaş yavaş
aldatma, endişe, korku ve savunmaya bırakıyor. Fincher burada öyle bir
kontrolsüz gücü mekanizmanın çarkına sokuyor ki dışarıdan duruma bakan birisi
olarak hiçbir şekilde yorum yapamayacak duruma getiriyor. İşte buna medyanın
sihirli gücü diyor. Medya ve kitle iletişim araçları bir çiftin ruhsal
hengamesini ve içsel hegemonyasını ekranlara döküyor ve halkın kayıtlı kalacağı
bir metafor oluşturuyor. Günümüzde de çok sık rastladığımız o ünlülerin özel
hayatlarındaki çalkantıları medya önünde çırılçıplak izlediğimiz kritikler de
de gördüğümüz gibi Fincher, derin bir medya eleştirisi getirirken tüketim
toplumunun etraflıca nasıl bir zombi imparatorluğuna dönüştüğünü ve karşıdan
kumanda edilen bir sosyal değişime iğnesini batırıyor.
Özellikle Rosamund Pike’in yer yer bana ‘Basic Instinct’ filmindeki buz
kıracağıyla erkekleri öldüren Sharon Stone’u anımsatsa da filmin yarısından itibaren
o sessizliğini bir kenara atıyor ve filmi alıp götürüyor. Tüm ilgiyi üzerinde
tutan Pike, film boyunca yaşadığı değişim türevini asla aşağı indirmiyor ve
belki de en iyi oyunculuğunu sergiliyor.
Standart bir ilgisizlik, kadını kocası için farklı ama ölümcül bir
labirentin içine sokabilir mi? Tabi bu
sayede kadın kazanırsa o vahşi adaletini uygular mı? Buna erkek ne kadar tepki
verebilir? Toplum ayrılmış bir çiftte erkeği mi yoksa kadını mı suçlu görür?
Tecavüze uğrayan kadın ne kadar haklıdır? Gibi toplumda yara almış ve hala
muğlak birçok enstantanelere sebep olan durumları sorgulayan film ilginç bir
bitiş yaparak kötünün kazandığı ve
insanlığın mevcut standartta tamamen yozlaştığını gösteriyor.
Gerilim ve gizem çizgisini hiç bir şekilde düşürmeyen ve potansiyelini
sadece benim Ben Affleck’in oyunculuğunu yeterli bulmadığım için bir parça
düşüren yapıt, Fincher’in en iyilerinden olmasa da izlenmesi gereken sağlam bir
senaryoya sahip yapıtlarından biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder