14 Ocak 2015 Çarşamba

BABADOOK - JENNIFER KENT





Genelde masal kitaplarına odaklı hareket eden korku yapıtlarında gözlenen tipik dinamikler vardır. Küçük bir çocuk, çocuğun asosyal karanlık bir dünyası ve bu dünya ile oluşturduğu garip bir iletişim ile oradan gerçek dünyasına getirdiği bilinçaltı korkuları. Bunlar hep belli bir çizgide gerçekleşir. Zira Tom Holland’ın 1988 yapımı ‘Child’s Play’ filminde de yine çocuk odaklı ancak tehlikenin dış merkezli bir oyuncak bebek bedeninde eve sızması ve çocuğa musallat olması fikriyle bezeli korku tiyatrosudur. 

Korku sinemasında çocuk faktörü oldukça önemli bir parantezdir. Zira en eski kültlerden beri çocuk, korku sentezinin merkezine oturtulmuş masum bir denge unsurudur. Olayları genelde çocuğun hareketleri ve yüzünden izlemek sinemasal korku formatını her zaman yukarıya çıkarır. Bu ‘The Omen (1976)’ serisinde de aynıdır hatta ‘The Shining (1980)’de de bu unsur yer alır. The Exorcist (1973) bile çocuk merkezli, şeytanın o saf ritüel ambiyansını dehşet verici bir görsele çevirmiş ve zamanın en iyilerinden birisi olmayı başarmıştır.

İlk etapta anormal davranışları gözlenen küçük Samuel, sakin ve beraber yaşadığı annesinin biricik evladı ve üstüne titrediği yavrusu konumundayken bir anda rollerin hiç tasavvur edilmeyecek yerde değişmesiyle, o etken faktörü anne nedenseline aktarması inanılmazdır. Korumacı ve çalışkan bir kişiliğe sahip Amelia’yı ters köşe haline getiren en önemli etken, onun okuduğu ‘Babadook’ adlı bir anda ortaya çıkıveren şu çocuk korkutan masal silsilesinden biri mi yoksa kendi yalnızlığında tek başına ve savunmasız kalan bir kadının masumiyetini yitirip dehşeti dışa vuruşu mu? İşte bu noktada Amelia’nın bir anda değişen metabolizmasına karşı hem şaşıran hem de ona karşı onu savunan zavallı oğlu Samuel’in bireysel mücadelesi. Roman Polanski’nin Rosemary's Baby (1968) ve Alfred Hitchcock’un Psycho (1960) filmlerini referans alan kuvvetli ve bir o kadar sade bir anlatıma sahip olan Babadook, özellikle başrole oturtulmuş Amelia ve Samuel’in omuzlarındaki sağlam oyunculuklarla zirvede kalan bir misyona sahip.

Genelde çocuk masalından fırlayan yaratıkların oluşturduğu hezimet, değişik klişe dönemeçleriyle başarısızlığa uğrar zira yıllar geçtikçe anlatım tarzı daha da farklı olmayı gerektirir. Oysaki Babadook’da bu klişelerin hiçbirine rastlamıyoruz. Bu da kendini diğer hem cinsi yapıtlardan ayırt ediyor. Dini, kutsallığı, kilise örgüsünü ve sanal dünyadan seçilen iletişim ağını yok sayarak filmin içine geçirilmiş sıradan bir korkuluk kıyafetiyle var olduğu zannedilen bir ikon ve bu ikonun bir evde aslında acılar ve yalnızlıklar içinde yaşayan bir aileye musallat oluşu. Aslında bu ikisi bir bakıma mükemmel bir örtüşmeyi de sunuyor çünkü Babadook denilen karanlık efsane,  adı belli çocuğa uzanabilmek için ailenin tek hayatta kalan ferdi olan anneyi araç olarak kullanıp, annenin en çok değer verdiği ancak bir araba kazasıyla yitirdiği kocasının kendi içinde kabul edemediği günahını kullanan bir iç benlik savaşı yaratıyor. Korkuyla ve günahlarla beslenen bir korku ikonu aslında her zayıf olan insanın içinde yok mudur? Bu ya Babadook gibi korkuluk kıyafetine bürünmüş karanlık bir kötülük ya da başka bir şey de olabilirdi. Yani mücadelenin azaldığı ve karanlığa yavaş yavaş teslim olunduğu andan itibaren, içimizdeki karanlık bir ikon olarak beliriveriyor. Ve bu ikon, kendi korkunç masalımızı bize göstererek bizi daha da ürpertiyor.

Masal kitabını ilk keşfeden çocuk olmasına rağmen, daha sonraları onu okuyup kendi içinde hisseden nedense anne oluveriyor. Bütün elektriği çocuk yönüne sevk eden yönetmen öyle akıllıca bir manevra yapıyor ki, çocuğu saf dışı bırakıp herkesin güvendiği anneyi canavarlaştırıyor. Ve çocuk kendi annesine yem konumunda olaya devam ediyor. Amelia’nın köpeğini öldürüş sahnesini ve elinde bıçakla kanlar içinde odada duruşunu aslında masal kitabında bizzat görmüş ve bu onu içinden çıkılmaz bir depresif duruma sokmuştur. Parça parça ve kademe kademe değişen Amelia, resmen Babadook örgüsünde masalın asıl kahramanı oluvermiştir.

Filmin şayet kötü bir sonla bitmiş olsaydı, izleyicilerce düşünülecek tek şey devamının geleceği fikri olurdu herhalde. Ancak yönetmen böyle bir kaygıya düşmeyip, filmi anne ve çocuk adına insanlığın kazandığı bir değer ile bitirme gereği hissetmiş. Yani anne çocuğu her türlü kötülükten korur ve kollar. Buna hiçbir kuvvet engel olamaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder