6 Ocak 2015 Salı

BABA (SONER SERT)


Soner Sert imzalı ‘Baba’, imgeleri kullanarak sosyal keşmekeşi sığ bir dille minimal bir realizm olgusuyla anlatmış.  Film, pejmürde bir gecekonduda kalan toplumun silik kaldığı bir grup insanın ve özellikle o grup içinde baskın bir etken olan babanın durumuna eğilmiş.
Toplumdaki bildik baba kavramının altındaki o koruyucu, besleyici, kol kanat gerici ve parayı kazanan temel birey, Sert’in sinemasında tam anlamıyla şiirsel bir Rus sineması tepsisiyle sunuluyor. O gri toprak rengi örtüye sahip film, çok güzel bir hikaye anlatmıyor belki ama alt metinlerinde yatan o içleri burkan sessiz tiyatrosu, geleneksel motifleri, insanın doğasındaki hayvanın betimsel ve mukavemet duygusu, hayvana ve doğaya olan saygısı resmen botanik örgüsü gibi rengarenk anlatılmış ki filme hakim sönük renklerin türküsünü rengarenk bir vodvile çevirmiş.

Realist minimallerde gördüğümüz o inşaat trafiği, çalışanların karınca gibi oradan oraya hareketleri ve ana karakterin oturtulduğu zemin bu filmde de gayet sağlam duruyor. Özellikle baba karakterinin inşaatta çalıştığı süreç, ardından düşüp ayağını yaralaması, tekrar kalkıp yeni bir iş araması ve bulduğu işin kabuğuyla çekirdeğinin farklı renkte olması gibi dış etkenlerdeki değişikliklerin bireyin üzerinde bıraktığı tortu baş rolü oynayan oyuncu Kadim yaşar tarafından oldukça gerçekçi anlatılmış. 

Karakter olarak film boyunca devam eden bir çizgi var. Bu çizgi hep aynı kalmamış zira kalmaması da gerekir çünkü karakterin çizgi dışına çıktığı ya da atıldığı sekanslar olmalı ki karakter ters köşeye girdiğinde mücadele edebilmeli. Soner Sert burada, baba karakterini önce bir eski evin avlusunda yemlediği birkaç civcivle görüntülerken, ardından kırdığı tahta parçalarını o kameranın girmediği ancak merak uyandıran eve sokarken adeta dışarıda bıraktığı görüntüyü es geçmemek gerekir zira kameranın ilk defa kişisel olduğu izlenimini veren o sahne, babanın o mahremiyetine girmemize izin vermediği ve zarar göreceği olgusunu yüzümüze çarpan bir anlatım tercih edilmiş. Hep vardır, bir odanın içinden gelen sese odaklanırız ve orada hep ne var acaba dediğimiz muğlak bir sorunsalın dışında kalırız. Ancak daha sonra kapı açılır ve içerden bir kişi çıkar ve hiç birşey olmamış gibi hayatın çemberine kendini kaptırır. Ancak orada bir nüans vardır ki ya gözlerinde saklı bir üzüntüyü dışarıya çıkarır beraberinde ya da vücudunda bir izle çıkar dışarıya. Belki pencereden görünen bir çift yorgun ve ağlamaklı bir göz anlatır odanın fırtına sonrası sessizliğini. Burada  da böyle bir durum söz konusu.  Sakınma, utanç ve mahremiyet bütünselini destekleyen sadakat, dini itikatlar ve toplumsal geleneklerin verdiği o saf ama derin ağırlık tamamıyla insan olma ve olabilme ikileminde sert ve yıkılmayan bir zemin yaratıyor ve karakter analizi yaparken bize belirleyici doneler veriyor.

Hademe olarak gittiği ancak çırılçıplak soyunup sanat fakültesi öğrencilerine ya da bir öğrenciye model olması kadar farklı bir köşeden yapılmış öz eleştiriye, bir önceki sahnede inşaatın o kirli paslı elleri, o tozlu topraklı mekânından şimdi de heykellerin, gravürlerin ve portrelerin dolaştığı bir mekâna geçmesi ne kadar da ironik bir taşlama. Bedenin para ettiği o meşru kalabalığın içinde bedeninin ve ruhun çırılçıplaklığından utanan bir babanın o üzgün yüzünü sanatta her şey sevap olgusuna karşı çarpıştıran ve insanların çıplaklığını utanç değil de sanatsal bakış olarak gören bir anlayışın ters köşe olduğu garip ama güzel bir katman yaratılmış.

Soner Sert ile sineması ve ‘Baba’ üzerine samimi bir söyleşi yaptık,



SORU: Sinemaya ilk geçiş zamanlarınızdan konuşalım. Elbette ki bir hikâyeniz vardır her yönetmen gibi. Sizi sinemaya iten o görsel ahenge girmeye tercih eden faktörler nelerdir? Nasıl başladı Soner Sert’in sinema yolculuğu?

Öncesi var elbette ama ilk profesyonel girişimim 2007 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV Bölümü’ne girmemle başladı. Semir Aslanyürek ve Marmara’dan mezun olan birçok yönetmen ile iletişime geçmem, bu kısa filmleri çekmemde büyük pay sahibi oldu diyebiliriz. Şu anda da Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü’nde yüksek lisans yapıyorum.
Bence sinema yapma meselesi, hikâye anlatmayı sevip sevmeme ile alakalı. Bazıları konuşarak, bazıları susarak, bazıları çizerek, bazıları yontarak, bazıları çalarak hikaye anlatır. Ve bütün insanlar hikâye anlatmayı sever. Ben de bunu görüntü ile yapmaya çalışıyorum.

SORU: Baba adlı yapıtınızın çıkış noktasından bahseder misiniz?

İş cinayetlerinin sık aralıklarla yaşanması ve ancak toplu olduğunda gündeme gelmesi, bu konuya yabancılaşmamı sağladı. Zira şunu kolaylıkla iddia edebilirim ki, yarın da en az 5 işçi ölecek ve bunu anlamak için kâhin olmaya gerek yok. Çalışma güvenliği ve yoğun çalışma saatleri iş cinayetlerine pay çıkarıyor. Ve ancak toplu olunca dikkati çekiyor, maalesef. Ve bu ölümler büyük firmalarda olduğunda çoğu zaman o büyük firmanın patronu işçinin ailesine kan parası ödüyor davalık olmamak için. Ancak aynı durum ölüm değil de yara ile sonuçlanınca, patron o vakayı ‘ustabaşının yada işçinin kendisinin sorumluluğuna aittir’ diyerek sorumluluğu almaktan kaçınıyor. Ve bence asıl problem o noktada başlıyor. ‘Baba’da bunu tayallül etmeye çalıştım.


SORU: Yoğun bir metafor anlatımıyla sıfır diyalog olan bir yapıta imza atarken proje boyunca nasıl bir yol izlediniz? Zira diyalogsuz anlatılarda görsel boyut daha ağırlıklı olur bu aşamada filmi nasıl yorumlarsınız?

Diyalog meselesini en baştan beri istemiyordum çünkü hiçbir söz, hiçbir cümle ‘Baba’nın içine düştüğü durumu anlatacak bir yoğunluğa sahip olamaz. Kendisine tamamıyla ters bir şey yapıyor ve bunu kendine yada bir başkasına açıklaması mümkün değil. Ve sessizlik(diyalogsuzluk) ciddi bir ağıt maksadı da taşıyor, öyle değil mi?


SORU: Başrol oyuncu olarak Kadim Yaşar’ı tercih etme nedeni nedir? Hangi özellikleri Yaşar’ın bu rolü almasına etken oldu?

Kadim Yaşar’la daha önce de ‘Buradayım, Buradayım’ isimli bir kısa film yapmıştım ve yönetmen olarak ondan çok memnundum. Bu hikâyede kafamda belirmeye başlayınca ilk olarak telefonda ona anlattım. Ve ben anlatırken bile, ses tonundan karakteri kafasında oynamaya başladığını hissettim. Çünkü çok heyecanlandı. Ve ondan bir oyuncu, bir dost olarak çok eminim. O oynarken ben yönetmen olarak fona bakıyorum sadece. 


SORU: Çekim tekniği ile ilgili konuşursak hangi kamerayla ve ne tarz çekim teknikleri ile filmi kotardınız? Toplamda kaç gün sürdü?

Film toplamda 7 gün sürdü. Kadim Yaşar, İzmir'e geldi. Filmi İzmir’de çektik. Günde 8 saat çalıştık. Çekimler bitince de evde oturup görüntüleri izledik. Beğenmediğimiz bir sahne varsa, yarın tekrar gidip çektik.
Filmi, Panasonic hmr151 kamerayla ve ışık kullanmadan çektik. Bilerek kötü bir kamera tercih ettim. Çünkü kötü bir hikâye anlatıyordum, görüntüde keskinlik ve parlaklık istemiyordum. Olabildiğince grenli bir görüntüye ihtiyacım vardı.


SORU: Sinemasal bakışınızdan bahsedelim biraz, Soner Sert sinemasının alt metinleri nelerdir? Kadraja neleri almayı daha çok sever?

Bildiği şeyleri…
Çevrenin etkisi ile karakterler ortaya çıkar. Ben de sinemada gördüğüm, bildiğim şeyleri anlatmayı seviyorum. Ve bunlar sıklıkla kendini günlük hayatta ifade edemeyen insanlar oluyor.



SORU:  Baba’da izleyiciyi bir yerde sınırlayan ve dışarıda tutan bir etken var, o da ana karakterin evine bakmakla yükümlü bir babayı derinlemesine canlandırırken, biz izleyicileri o izbe evin içine dahi sokmaz ve bahçede evin sadece dış duvarını ve pencereden yansıyanları görmekle yetindirirken, hademe olarak gittiği ancak çırılçıplak soyunduğu o muğlak stüdyoda babayı ruhen de ilk defa çıplak bir şekilde görme fırsatı veriyorsunuz. Buradaki izleyiciye sınır çizen etken nedir aslında? Babayı tamamen çıplak göstermek veya evin içindeki o çıplak yalnızlığı göstermekten uzak durmuşsunuz. Bunun hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Bunu yapmamın bir sebebi var elbet ama bunu ben söylemeyeyim. İzleyenler yorumlasın.



SORU: Kısa film sektörel bir sıkıntıdır ülkemizde bildiğiniz gibi. Siz film çekerken veya proje aşamalarında gerekli desteği veya ilgiyi alabildiniz mi yoksa proje boyunca bütün finansal etmenleri siz mi üstlendiniz?

Kültür bakanlığımız 7 keredir yazdığım hiçbir projeye destek vermediği için filmlerimi finanse ederken ufak çaplı firmaların tanıtım filmlerini çekiyorum ve filmlerimin bütçesini bu şekilde ortaya çıkarıyorum. Festivallerden ödül alıp finanse ettiğim de oluyor elbet.


SORU : Kısa filmcilere Soner Sert’in sonraki projelerinden bahseder misiniz?

Fabrikada çalışan bir kadın işçiyi konu alan bir kısa film çekeceğim. Nisan gibi çıkar muhtemelen.


SORU: Sinemada diyalog ne kadar önemli?

Gerektiği kadar 



SORU: Sinemasal renginizi oluşturan temel öğeler nelerdir? Hangi ekoller veya yönetmenler size daha yakın?

Marmara’ya ilk girdiğim dönemde İtalyan Yeni Gerçekçilerin hastasıydım. Hala öyleyim. Eline kamera alıp da Godard’ı beğenmeyen yoktur sanırım. Ken Loach, Dardennne Kardeşler ve Ghobadi’yi bayıla bayıla izlerim.



SORU: Ülkemizdeki kısa film mekanizmasını nasıl buluyorsunuz? Kısa filmciliğin ne aşamada olduğunu ve arzuladığınız noktaları söyler misiniz?

Kısa film, uzun filmin ön aşaması değildir. Bu göz önünde tutularak kısa film yapılmalı bence, en önemli mesele bu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder