Derinlik psikolojisinin üç büyük ustasından biri olan Carl Gustav Jung’un
ortaya attığı, bireyin günlük yaşamdaki ihtiyaçlara olan tavrını simgeler
Persona. Türkçe manası maske anlamına gelir. Toplumdaki her bireyin çocukluk
sonrası belirli roller alarak kendilerini kamufle ettikleri bir dünyaya merhaba
demelerinin altındaki maskedir işte bu. Her personanın altında mutlaka gerçek
karakter mekanizması yatar elbette ancak insan birey olarak toplum
psikolojisinin içinde kendine bir nevi savunma stratejisi belirler ve kendine
uygun bir personayı giyer. İşte Bergman ustanın filminde altını çizdiği yegâne
faktör de budur.
Sinema tarihinin en önemli filmlerinden olan ‘Persona’, sonrasında yapılan
birçok filmi de derinden etkilemiş bir Bergman başyapıtıdır. Bergman’ın bu
projeye girmesindeki en önemli etken de 1965’te geçirdiği iç kulak enfeksiyonu
olmuştur. Bergman hastalandığı süre içerisinde sürekli olarak, hatta uyurken
bile baş dönmesi yaşar. Başında bir bantla haftalarca yatağa bağlanan Bergman,
doktorunun tavana boyadığı bir noktaya bakarak baş dönmesini önlemeye çalışır.
Ama her bakışta oda fırıldak gibi dönüyormuş hissine kapılır. Bergman tavandaki
noktaya konsantre olarak iki yüzün birbirine karıştığını hayal etmeye çalışır
ve bu ona biraz olsun yardımcı olur. İyileştikten sonra pencereden dışarı bakar
ve bankta oturan hemşire ve hastayı görür. İşte bu değerli başyapıtın tohumları
da ilk defa orada atılmış olur.
Günümüzde de örneklerini farklı türde filmlerde izlediğimiz ünlü
sanatçıların sanat dünyasında git gide geriledikleri ve gözden düştükleri bir
dönemde merkezi kriterlere indikçe her birinin amnezik sancıları olduğu
görülür. Her birinin yanlış ve eksik bir geçmiş dönem sorgulamaları olduğu gibi
bunları kuvvetlendiren duygusal boşluklar ve histeriler yaşamaları gitgide
sınır çizgisine geldiklerini de gösterir. Toplumda maskelenmiş insanların kimi
zaman yaşadığı depresif ve nevrotik sıçramalar, onların bir anda farklılaşıp
kabuk kırmalarına sebep olabilir. Ayrıca bazıları kendi personasıyla
özdeşleşir, yani maskelediği sahte karakterini benimseme yoluna gider ki bu da
onu içinden çıkılmaz kuytu bir yalnızlığa ve korkuya iter. Kendi gerçekliğini
kaybeder ve başka bir kişiliğin rolünü alır.
Bergman, Persona analizi yapmadan evvel algı bozulmasını kurgu
yanılsamasıyla beraber çizgi dışına taşımış ve ölü insanlardan yakın plan
çekimler ile çocuk masumiyetinin deliksiz rahatlığını kullanarak, pasif bir
annenin yüzü üzerinde dolaşan bir haşere gibi kadını, kişiliği ve karakteri
bizzat delik deşik etmiştir.
Kendi geçmişinde yaptığı hataları bastırmak için susan ve hastaneye yatan
ünlü sanatçı, kendisine bakmakla yükümlü olan sıradan bir hemşire ile aynı
çatıda kalarak kendi yabancılaşmasını unutmaya çalışır. Ne var ki suskunluğunu
benimseyen hemşirenin gün be gün kendi özel sırlarını paylaştığı bir anlamda
manevi bir sırdaş veya kız kardeş haline gelen aktris, doktora yazdığı mektupta
bahsettiği hemşireyle ilgili düşündükleri hemşirenin zarfı açıp gerçekleri
okuduktan sonra olay farklı bir boyut kazanır. Filmin ivmesini hızlandırdığı
gibi psikolojik analitiğin alt metinlerini de sarsan bu başlangıç, hemşirenin
aktrise bakışını negatif tarafa çeker ve ona karşı gizli bir düşmanlık
hissetmeye başlar. Kendi yüzünün ona ne kadar benzediğini düşünürken yolda
arabayı durdurup göldeki yansımasına baktığında ne kadar farklı olduğunu anlar.
Her gün hemen hemen her vakit konuştuğu, olmak istediği bu sanatçıya artık
saygı duymaz ve aksine onu konuşturmaya çalışır.
Rollerin değiştiği sırada hemşire, artık kız kardeşi veya olmak istediği
güzellikteki o sanatçı gibi değil onun eksiklerini ve kusurlarını her daim
yüzüne vuran bir nefer ve onu konuşturmaya çalışan bir hemşireye dönüşür.
Filmin geneline bakıldığında zaman ve mekan kavramına rastlanmaz. Bir
hastane odası ve orada tedavide tutulan Elisabeth (aktris), sanki kendisine
radyodan dinletilen piyes ve televizyondan seyrettirilen yakılan bir rahip onu
analiz etmek için kullanılan deneysel faktörler gibi duruyor. Bergman da zaten
sesini kısmış bir sanatçının ruhundaki acıya toplu iğneler batırarak onun
içindeki sakladığı ve kendini gitgide boşluğa sokan nefreti dışavurmaya
çalışıyor. Hatta ardından hemşire ile sanatçıyı toplumdan izole olmuş bir eve
kapatarak her ikisininde sınırlarını yokluyor. Labaratuar faresi gibi gizlice
bıraktığı labirent panellerden kurtulan ve kurtulamayan denekleri gözlemliyor.
Bergman, bu yapıtında Jung ekliptikleriyle oynayarak bireysel bir hastalığı
masaya yatırıyor ve ameliyatı herkesin önünde çırılçıplak yapıyor. Derinlik
psikolojisinin alt katmanlarını eşelerken ortaya çıkan ruhun kasvetli
karanlığını öyle gerçekçi resmediyor ki iki kadın karakterin birer dönüşüm
süreci içine girmesini ve bu macerayı tüm psiko dinamikleri kullanarak adeta
delik deşik ediyor. Ortaya da tadından yenmeyecek yıllar boyu tekrar tekrar
izlenecek bir başyapıt çıkıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder