4 Mart 2015 Çarşamba

PERSONA

Derinlik psikolojisinin üç büyük ustasından biri olan Carl Gustav Jung’un ortaya attığı, bireyin günlük yaşamdaki ihtiyaçlara olan tavrını simgeler Persona. Türkçe manası maske anlamına gelir. Toplumdaki her bireyin çocukluk sonrası belirli roller alarak kendilerini kamufle ettikleri bir dünyaya merhaba demelerinin altındaki maskedir işte bu. Her personanın altında mutlaka gerçek karakter mekanizması yatar elbette ancak insan birey olarak toplum psikolojisinin içinde kendine bir nevi savunma stratejisi belirler ve kendine uygun bir personayı giyer. İşte Bergman ustanın filminde altını çizdiği yegâne faktör de budur.

Sinema tarihinin en önemli filmlerinden olan ‘Persona’, sonrasında yapılan birçok filmi de derinden etkilemiş bir Bergman başyapıtıdır. Bergman’ın bu projeye girmesindeki en önemli etken de 1965’te geçirdiği iç kulak enfeksiyonu olmuştur. Bergman hastalandığı süre içerisinde sürekli olarak, hatta uyurken bile baş dönmesi yaşar. Başında bir bantla haftalarca yatağa bağlanan Bergman, doktorunun tavana boyadığı bir noktaya bakarak baş dönmesini önlemeye çalışır. Ama her bakışta oda fırıldak gibi dönüyormuş hissine kapılır. Bergman tavandaki noktaya konsantre olarak iki yüzün birbirine karıştığını hayal etmeye çalışır ve bu ona biraz olsun yardımcı olur. İyileştikten sonra pencereden dışarı bakar ve bankta oturan hemşire ve hastayı görür. İşte bu değerli başyapıtın tohumları da ilk defa orada atılmış olur.

Günümüzde de örneklerini farklı türde filmlerde izlediğimiz ünlü sanatçıların sanat dünyasında git gide geriledikleri ve gözden düştükleri bir dönemde merkezi kriterlere indikçe her birinin amnezik sancıları olduğu görülür. Her birinin yanlış ve eksik bir geçmiş dönem sorgulamaları olduğu gibi bunları kuvvetlendiren duygusal boşluklar ve histeriler yaşamaları gitgide sınır çizgisine geldiklerini de gösterir. Toplumda maskelenmiş insanların kimi zaman yaşadığı depresif ve nevrotik sıçramalar, onların bir anda farklılaşıp kabuk kırmalarına sebep olabilir. Ayrıca bazıları kendi personasıyla özdeşleşir, yani maskelediği sahte karakterini benimseme yoluna gider ki bu da onu içinden çıkılmaz kuytu bir yalnızlığa ve korkuya iter. Kendi gerçekliğini kaybeder ve başka bir kişiliğin rolünü alır.
Bergman, Persona analizi yapmadan evvel algı bozulmasını kurgu yanılsamasıyla beraber çizgi dışına taşımış ve ölü insanlardan yakın plan çekimler ile çocuk masumiyetinin deliksiz rahatlığını kullanarak, pasif bir annenin yüzü üzerinde dolaşan bir haşere gibi kadını, kişiliği ve karakteri bizzat delik deşik etmiştir.

Kendi geçmişinde yaptığı hataları bastırmak için susan ve hastaneye yatan ünlü sanatçı, kendisine bakmakla yükümlü olan sıradan bir hemşire ile aynı çatıda kalarak kendi yabancılaşmasını unutmaya çalışır. Ne var ki suskunluğunu benimseyen hemşirenin gün be gün kendi özel sırlarını paylaştığı bir anlamda manevi bir sırdaş veya kız kardeş haline gelen aktris, doktora yazdığı mektupta bahsettiği hemşireyle ilgili düşündükleri hemşirenin zarfı açıp gerçekleri okuduktan sonra olay farklı bir boyut kazanır. Filmin ivmesini hızlandırdığı gibi psikolojik analitiğin alt metinlerini de sarsan bu başlangıç, hemşirenin aktrise bakışını negatif tarafa çeker ve ona karşı gizli bir düşmanlık hissetmeye başlar. Kendi yüzünün ona ne kadar benzediğini düşünürken yolda arabayı durdurup göldeki yansımasına baktığında ne kadar farklı olduğunu anlar. Her gün hemen hemen her vakit konuştuğu, olmak istediği bu sanatçıya artık saygı duymaz ve aksine onu konuşturmaya çalışır.

Rollerin değiştiği sırada hemşire, artık kız kardeşi veya olmak istediği güzellikteki o sanatçı gibi değil onun eksiklerini ve kusurlarını her daim yüzüne vuran bir nefer ve onu konuşturmaya çalışan bir hemşireye dönüşür.

Filmin geneline bakıldığında zaman ve mekan kavramına rastlanmaz. Bir hastane odası ve orada tedavide tutulan Elisabeth (aktris), sanki kendisine radyodan dinletilen piyes ve televizyondan seyrettirilen yakılan bir rahip onu analiz etmek için kullanılan deneysel faktörler gibi duruyor. Bergman da zaten sesini kısmış bir sanatçının ruhundaki acıya toplu iğneler batırarak onun içindeki sakladığı ve kendini gitgide boşluğa sokan nefreti dışavurmaya çalışıyor. Hatta ardından hemşire ile sanatçıyı toplumdan izole olmuş bir eve kapatarak her ikisininde sınırlarını yokluyor. Labaratuar faresi gibi gizlice bıraktığı labirent panellerden kurtulan ve kurtulamayan denekleri gözlemliyor.

Bergman, bu yapıtında Jung ekliptikleriyle oynayarak bireysel bir hastalığı masaya yatırıyor ve ameliyatı herkesin önünde çırılçıplak yapıyor. Derinlik psikolojisinin alt katmanlarını eşelerken ortaya çıkan ruhun kasvetli karanlığını öyle gerçekçi resmediyor ki iki kadın karakterin birer dönüşüm süreci içine girmesini ve bu macerayı tüm psiko dinamikleri kullanarak adeta delik deşik ediyor. Ortaya da tadından yenmeyecek yıllar boyu tekrar tekrar izlenecek bir başyapıt çıkıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder